İftiradan bıktık

İftiradan bıktık

                İkide bir lafın medreselerin kapatılmasına oradan da Atatürk''e getirip "camilerin ahır yapılmasına" bağlanmasından sıkıldık.  Bu lafı kullanmak istemiyorum ama artık hak ettikleri kanaatindeyim "gericiliğin" iftirasından bıktık.

"Gericilik", çünkü değişimi, ilerlemeyi ve gelişmeyi istemiyor. Zamanın ruhunu kabullenmiyor. Tarih donsun ve kendini sürekli tekrar etsin istiyor.

"Ruh kökümüz" ve "medeniyetimizin terk edildiğini" söylüyor.

Aslına bakarsanız bu bir ezber. Bu ezberin tekrarlayıcıları asırlardır aynı şeyi söylüyor. Sanki Avrupa''da modernleşme İslam dünyasına karşı planlı yapılmış bir gelişmeymiş gibi anlatılıyor.

Sanki medrese yeryüzünün gelmiş geçmiş en nitelikli eğitim kurumuymuş gibi anlatıyor. Medreselerin iyi ve kötü dönemleri olduğu gibi faydalı ve zararlı yönleri de vardır.

Her şeyden önce medrese, bir öğretim kurumu olarak, Karahanlılar döneminde Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerine paralel Arap okul sistemini getirip ülkelerine kurmasıyla başlar. Bunun böyle olmasının temel nedeni de Türklerin kendi özgün, yerleşik okul/öğretim kurumları kuramamış olmalarıyla ilgili olsa gerek.

Medreselerin yaygınlaşmasında ikinci en büyük sebep, İslam dünyasında başlayan dinle ilgili karmaşalardır. Bir tarafta Şiilik, öbür yanda İsmaililik, daha beride Hasan Sabbah gibi olağandışılığı şiddete çevirmiş, Batınî inançların yarattığı karmaşadır. Nişabur''da (1040) Sultan Tuğrul''un kurduğu Selçuklu medreseleri, Melikşah döneminde, Vezir Nizâmülmülk önderliğinde devletin resmî İslam (resmî din) siyasetini pekiştirmek ve ortaya çıkan dinî akımlara karşı koymak için kurulan Nizamiye Medreseleri ile devam etti. Merkezi Bağdat olan bu okullar hemen bütün önemli şehir merkezlerinde kurulmuştu. Eğitimi, ŞAFÎ mezhebine göre yapmıştır. Kurulduğunda akılcı yoruma açık olarak kurulsa da zaman içinde nakilci dinî felsefeye saplanıp kaldı.

Gazalî bu medreselerin en şöhretli hocalarından biridir.

Osmanlılara gelindiğinde ise Fatih dönemine kadar belirli bir düzene girememiş, Fatih, Sahn-ı Sâman adıyla altı farklı gruplama yaparak medreseleri hem bir düzene koymuş ve hem de seviye olarak şekillendirmiştir. Medreselerin seviyesi, ders veren hocanın maaşına ve bilgisine, donanımına göre sınıflandırılırdı.

Geçenlerde açılan Ayasofya Medresesi, büyük bir medrese değildi. Çünkü kiliselerin içine kurulan medreseler, el konulan binaların yapısından dolayı istenen ölçütleri sağlamaktan uzaktı.

Ayrıca Fatih medreseleri, Fatih''in kendisinden dolayı, uzmanlaşmaya yönelikti. Fatih, dönemin en büyük hocalarından olan Hocazade ile Tûsi''yi kendi huzurunda Aristo üzerinden tartıştırır, yarıştırırdı. Kendisi Grek yazmalarını okumuş, felsefeyle ilgili, birden fazla farklı dil bilen, mühendisliğe hevesli biriydi.

Kanunî döneminde ise, medreseler belirli bir seviyeye önce çıktı, sonra yavaş yavaş, müderrisliğin babadan oğula geçişine izin verilmesiyle birlikte çöküşe geçti. O çöküş aynı zamanda Osmanlı''yı da çökertti.

Çünkü ne öğrenirseniz, size okul öğretir. Yenileşmeyi, bilimsel gelişmeleri, ilerlemeyi okul sağlar.

                Meseleye buradan bakıldığında, Medreseler salt dinî okullardır. Mahkemelere hâkim (Kadı), naib, camilere vaiz ve imam-hatip yetiştirirdi.

                Hâlbuki o tarihlerde Rönesans başlamış, İtalya''da Targala, matematikte büyük çalışmalara imza atmış, bir müddet sonra Galileo, sarkaç hesaplarını bulmuş ve çözmüş, Kepler Kanunları Avrupa üniversitelerinde çoktan okutulmağa başlanmış, derken İngiltere''de Newton, diferansiyel problemleri bulmuş ve çözmüş, yer çekimi kanununu bu sayede ortaya koymuştu.

                Peki, bunlar olurken Osmanlı''da ne vardı? Üniversite kurulmamıştı. Mevcut okullarda sırf din öğretiyor, ek olarak öğretilen matematik, astronomi ve coğrafya dersleriyse, kendi döneminin bilimsel seviyesinin altındaydı.

Medreselerin işi ve görevi buydu. İşte eğitimdeki bu yetersizlik ve bilime kapıları kapatmak, 1699''da Karlofça Antlaşması''yla sonuçlandı. Osmanlı ilk defa bozguna uğramıştı.

Allah Allah!

Nasıl oldu bu?

Nasıl olduğunu epey sonra anladılar. 1775''te Mühendishane-i Bahri Hümayun''u (Deniz Mühendislik Okulunu) kurdular.

Cumhuriyete ve Atatürk''e gelince, Atatürk Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla;

1- Medreselerin adını Türkçeleştirdi. İmam-hatip okulu (Medreset''ül İrşat) yaptı.

2- Gerçek anlamda kapatılan tek medrese Mekteb-i Kuzâttır (Kadı, naib yetiştiren okul).

3- Bütün dinî okullara (medreselere) Türkçe ad koyarak ilahiyat fakültesinde toplamıştır (Tevhid etmiştir). Kısacası medreseler (dinî okullar) halen daha Türkçe adlarıyla yaşamaktadır.

Tıpkı İstanbul Üniversitesi''nde (Dar''ül Fünun) olduğu gibi.

*

Düzeltme: Cumartesi günkü yazımda "Ensar/Muhacir" ayrımını hatalı yazmışım. Ensar, göçmeyen Medine halkı, muhacir ise Mekke''den göçenlerdir. Uyaran okuyucularıma teşekkür ederim.

Yazarın Diğer Yazıları