Kafes: Bizim Hikâyemiz...

"Bu yiğit mücahidin de Koçi Bey, Sarı Mehmet Paşa ve Cevdet Paşa gibi tek kaygusu var; Devlet-i ebed müddetin "devlet"i "ebed müddet" olması."

Cemil Meriç aslında Ülkücünün serencamını özetliyordu Dündar Taşer'e selam yollarken. Taşer'in Süleyman Özmen'e gönderdiği türden bir selam bu: "Süleyman hayatının başındaydı. Ne kapitalist ne de burjuvaydı. Hepimiz için öldü. Süleyman sizlersiniz. Süleyman yaşayacaktır. Çünkü Şehitler Ölmez."

Aslında, merhum Galip Erdem'in ömrü boyunca izini sürdüğü "Ülkücü"yü resmediyor Dündar Taşer ve Cemil Meriç: Devlet-i ebed müddetin "devlet-i ebed müddet" olması için ömür tüketen, genç, fukara ve nihayet sahipsiz.

Epeydir gitmek isteyip de gidemediğim "Kafes" filmi meseleye bu noktalardan yaklaşmış. Roman yazarının Lütfü Şehsuvaroğlu gibi hareketin içinden gelen bir ismin olması filme bu rengi vermiş.

Kafes, kimi eksikliklerine rağmen bizim hikayemizi anlatıyor.

Kimilerinin iddia ettiği gibi bir propaganda filmi değil, mesajları olan bir film olmuş. Birilerinin seyretmeden yazdığı gibi "Urun Komünistlere!" mesajı değil bu mesaj. Sağcı veya solcu, mahallenin çocuklarının birbirlerine nasıl düşürüldüğünü, bu kavgadan kimlerin nemalandığını, yitip giden hayatları resmetmeye çalışmış filmi yapanlar.

Dört haftadır gösterimde olan filmin hâlâ salonları doldurduğunu dikkate alırsak mesaj adresini bulmuş.

***

Filmin sinema tekniği ve sanatsal açıdan eleştirisi bizim uzmanlık alanımız değil, Türk sineması denilen "şey" bunu değerlendirecektir diyordum, lakin film bu "şey" tarafından çoğunlukla görülmemiş, tek tük eleştiri yazısı da filmi "ideolojik/yanlı" bir film olarak görmüş.

Bu kafaya göre Ülkücülerin insan türüne mensup olup olmadığına dair şüpheye düşeceğiniz Babamla Oğlum, Duvar ve benzeri filmler, "Hatırla sevgili", "Öyle bir geçer zaman ki" türü "dönem" dizileri "yansız" yapımlardır ama "Kafes" yanlı, propaganda amaçlı bir yapımdır.

Ülkücüler hakkında topluma pompalanan algıyı yıkabilecek iddiadaki prodüksiyonun bu çevreleri rahatsız ettiği görülüyor. Kafes'i eleştireceğim diye darbeyi ve dönemin polisini övmeye kalkıp, işkenceyi "sıradanlaştıran" eleştirilere bile rastlamak bu arkadaşların düştüğü fikri sefaleti tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. 

Sanatsal bir eleştiriye tabi tutmamak, küçümsemek, "Ülkücüler yapmış işte, ne olacak!" tarzı yaklaşımlar sadece sinemayı değil topyekün Türk sanat hayatını işgal eden sınıfın Ülkücülerin söz konusu olduğu her işe "hesaplaşma" dürtüsüyle bakmasının bir yansıması.

Olayın "trajikomik" yanı ise hikâye sahibi dışında ekipte hemen hemen Ülkücü olmaması. Ülkücüleri anlatmak bile "tu kaka" olmaya yetmiş.

Geçtiğimiz günlerde Lütfü Şehsuvaroğlu ile yapılan bir röportajda çok güzel resmedilmişti bu yaklaşım: "Hepsinde ülkücüler kaba, nobran ve hani sizin hep tenkit ettiğiniz bir 'Yüzüklerin Efendisi'nde Türkleri tarif eden Org'lar gibi gösteriliyor."

Mizah dergilerinin kapağını süsleyen hayvan/insan karışımı, şiddetten zevk alan, "özürlü" makulesinden bir sınıf olarak resmedildik mi yıllarca?

Buna karşı mücadele etmedik mi? Ettik elbette lâkin bu yetmedi. Çünkü problem "itiraz" etme ile ilgili değildi, "rekabet" ile ilgili idi.

Yıllarca, rekabete kalkışmaktansa şikayet ettik; en fazla yüksek sesle itiraz ettik. Ülkücülerin kendilerini anlatacak enstrümanları oluşturmak için alt yapısı her zaman vardı. Yazarı, çizeri, sanatçısı, yönetmeni her şeyi vardı ve var. Kültür dünyamıza bir göz atın bunu göreceksiniz. Lakin bu altyapıyı işe dönüştürecek organizasyon ve yatırım gücü bir türlü bir araya getirilemedi.

Bunun suçu bizde, dışarıda değil.

Kafes'in sinema eleştirmenleri tarafından "ısrarla" görülmemesinin sebebi bahsettiğim güçlü kültürel altyapının organizasyon ve yatırımla buluşarak, muadili prodüksiyonlarla rekabet edebilir bir iş olarak ortaya çıkmasıdır.

Mesele budur.

Eksiklikler muhakkak ki var, elbette daha güzel olabilirdi. Lâkin başlangıç olması açısından vazifesini ziyadesiyle yerine getirmişe benziyor.

Emek verenlerin yüreğine sağlık.

Yazarın Diğer Yazıları