Sapkınlığı normalleştirenler toplumu uçuruma sürüklüyor!

Dünyanın dört bir yanındaki yılbaşı kutlamalarından kareler geçti televizyon ve ajanslar... Hepsinde coşku ve sevinç vardı. Türkiye'ye ise kanlı fotoğrafları, acılı aileleri ve sıra sıra dizilmiş ambulansları görmek kaldı...

Son bir ayda 97 insanımız terör yüzünden hayatını kaybetti. Tüm bu karanlık tabloya rağmen, yaşananlardan prim elde etmeye çalışanlar, "neden biz" demek yerine "oh olsun onlara" yorumları yapabiliyor.

Ölümleri ayırma, ayrıştırma, kin gütme hali sistematik bir yoğunlukta ilerliyor. Reina'daki saldırı sonrasında "Orada ne işleri varmış"tan, "iyi olmuş" diyenlere kadar binlerce mesaj dolaştırıldı.

Daha da ilginci bu mesajları paylaşanlar; aynı fırından ekmek aldığımız, aynı otobüse bindiğimiz, aynı şehirde yaşadığımız insanlar... Kendilerinden farklı bir hayatı tercih eden, farklı görüşlerdeki insanların ölmesinden "haz" duyabiliyorlar!

Uzun yıllardır ısrarla sürdürülen kamplaşma siyasetinin sonuçlarını yaşıyoruz aslında. Terörün; cana, mala verdiği zararın yanı sıra sosyolojik anlamda oluşturduğu kırılma, işin en tehlikeli boyutu.

Millet olma özelliğinin yitirilmesi, acılarda ve sevinçlerde ortak hareket edememe hali, sapkın ve uç fikirlerin yaygınlaşması durumu... Terör aracılığıyla yapılmak istenen tam da bu aslında; birlikten, bütünlükten uzak, darmadağın olmuş, her kafadan bir sesin çıktığı, yöneticilerinin birbirini tekrarladığı, vatandaşlarının kamplara bölündüğü, güçsüz bir devlet resmi!

Hutbe-ayrıştırma-kışkırtma

Acının, gözyaşının, kanın dinmediği bir ülkede, milyonlarca insanın gittiği Cuma namazındaki hutbeyi yazanların, birlik, beraberlik mesajları vermek yerine, yılbaşı eğlencelerini hedef almaları hangi "iyi niyet" kapsamında değerlendirebilir? Bu onların görevi midir?

Cuma'ya giden insanlara; siyasi fikirleri, ideolojileri dayatmak, onları kinlendirmek, kardeşi kardeşe düşman etmek hangi Müslümanlıkla açıklanabilir?

Günler öncesinden başlayan "Yılbaşı kutlayanlar Müslüman olamaz" içerikleri ile bilinçsiz kitleleri kışkırtanlar, ülkeyi nasıl bir tehditle karşı karşıya bıraktıklarının farkındalar mı?

Tüm bunları yaparak "Müslüman" olduğunu iddia edenlerin, ilkokula giden çocukların bile köşe başlarında oynadıkları ve siyaset eliyle kurulan, yasal bahis "İddaa" hakkında bugüne kadar tek cümle söylediklerini duydunuz mu?

Kumarı yasalaştırıp, bunun üzerinden devlete gelir sağlayanların, kendini "muhafazakar" olarak ilan ettiği ve kendinden olmayanlara baskı kurmak istediği bir ortamda ayrışmamak mümkün müdür?

Gazete sütunlarından, manşetlerinden insanları "dinli-dinsiz" diye ayırıp, hedef gösterenler kimlerin maşasıdır?

Satrancı "dinden çıkmak" ve "domuz eti yeme" olarak tanımlayanların, din alimi olarak tanımlandığı ve ekranlarda reklam edildiği bir ülkede; birlik, barış nasıl sağlanacak?

Tüm bu soruların cevapları alt atla toplanınca; IŞİD'in şehrin ortasına yüzlerce kiloluk bombaları nasıl sokabildiği, teröristlerinin elini kolunu sallayarak nasıl mekan bastığı, örgütün belirli bölgelerde nasıl kaynak, eleman, sempatizan bulabildiği, sorularının yanıtları çok daha rahat bir şekilde bulunacaktır.

Kitle iletişim araçlarının sorumluluğu

İç karışıklıkların çıkarıldığı ülkelerde dikkat edilmesi gereken en mühim nokta, kitle iletişim araçlarının ve siyasilerinin kullandıkları dildir. Eğer o söylemlerde kin, nefret, ayrıştırma varsa sonuçları her seferinde vahim olmuştur.

Bir diğer mesele de kitle iletişim araçlarının, kimler tarafından, ne şekilde yönlendirildiği-yönetildiği meselesidir. Bu kanallar vasıtasıyla ortaya atılan kaynağı belirsiz ve yanlış içerikler, bilinçsiz kitlelerin sapkınlaştırılmasında başat aktördür.

II. Dünya Savaşı'nın ardından yapılan bir araştırmada, Nazi subaylarının hangi psikolojiyle kitlesel ölümleri gerçekleştirdikleri incelendi.

Araştırma, milyonlarca insanı sabun yapıp, fırınlarda yakan Nazilerin, "herhangi bir his" duymadığı ve vicdan azabı çekmedikleri sonucunu ortaya çıkardı.

Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu da Nazilerin, toplumun kendileriyle aynı kanaatte olduğunu söylemeleri, radyo ve gazetelerin kendilerinden "kahraman" olarak bahsettiğini vurgulamalarıydı!

Nazi Almanyası örneğinde olduğu gibi sapkınlığı normalleştirenler, destekleyenler vahşete hizmet ederler!

Yazarın Diğer Yazıları