Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Enes İSLAMOĞULLARI

Enes İSLAMOĞULLARI

Sarayın merdivenlerindeki tiyatro...

Ayaklar altına aldığı milliyetçiliği sarayının merdivenlerine pas pas ediyor...İç dünyasındaki sarayından daha zengin tezatlarını merdivenlerde sergiliyor Filistin Başbakanına ve kameralar aracılığıyla tüm dünyaya...
Tahtını korumak için muhafızlarını arttıran ve son günlerindeki huzursuz, vehimli, herkesten şüphelenen bir pâdişah gibi poz veriyor...
Dekor gösterişli ama rükuş...Pahalı ama zevksiz...Mutantan ama çirkin...Zengin ama estetikten yoksun...
Çünkü bir saray için lâzım gelen yalnızca çok miktarda para değil...
Çünkü bir saray için lâzım gelen yalnızca eşine ender rastlanır mermerler değil...
Çünkü bir saray için lâzım gelen yalnızca husûsî sipâriş edilmiş mobilyalar değil...
Çünkü bir saray için lâzım gelen yalnızca bilmem kaç dönüm bahçe ve dünyanın bilmem neresinden gelmiş, bir tekinin değeri bilmem kaç Avro eden ağaçlar değil...
Çünkü bir saray için lâzım gelen yalnızca replikalardan oluşmuş tavan süsleri, yeşil granit sütunlar, görkemli avizeler, devâsa halılar değil....
Çünkü bir saray için lâzım gelen yalnızca, içinde nükleer saldırılardan bile koruyacak sağır odasıyla birlikte binden fazla odası, 1.000 TL’lik kadehleri değil...
Çünkü bir saray için lâzım gelen yalnızca, İstanbul saraylarından ve müzelerden el konulmuş tablolar ve talimat verilen antikacıların apar topar müzâyedelerden topladığı objelerle doldurulması değil...
Bir sarayın saray olabilmesi için lâzım gelen bunlar değil...
Her şeyden evvel bir sarayın saray olabilmesi için o yeşil granitten sütunlarının adâlet üzere oturması, o sütunlarının dibâcelerinin hak, hukuk, adâlet ve eşitlik olması lâzım gelir...
Bir sarayı saray yapan toplama antikaları değil, o saraya yani o devlete hediye edilen eşyâlardır...
Bir sarayı saray yapan avizelerinden saçılan heybetli ışıklar değil, o sarayın millete saçtığı huzur, adâlet ve emin olma duygusudur...
Bir sarayı saray yapan binlerce Avro’luk ithal edilmiş ağaçlar değil, ülkenin gencecik fidanlarına kıymayan, ülkenin gencecik fidanları arasında din, mezhep, ırk, kültür ayrımı yapmayan bir eşitlik ilkesidir...
Bir sarayı saray yapan, içindeki nükleer saldırılardan koruyan ‘sağır oda’sı ve dinlemelerden koruyan güvenlik bariyerleri değil, çiğ yemeyen, hakkında iyilikten başka hiçbir kelâm edilmeyen, üzerinde hiçbir şâibe barındırmayan sâkinidir...
Bir sarayı saray yapan, terbiyesidir, kültürüdür, âdâbıdır, muâşeretidir, sanat zevkidir...
Bir sarayı saray yapan tarihidir...
Ülkenin meydanlarında ayaklar altına alınan milliyetçiliğinin, merdivenlerinde bir absürt komediye dönüştürüldüğü bir saray olsa olsa ancak bir sahne olur...
Yüzünde maskeler taşıyan aktörlerin ve aktristlerin rol aldığı bir sahne...
Işıklar sönüp, perde indiğinde, yani oyun bittiğinde aktörler ve aktristler maskelerini çıkarırlar, makyajlarını silerler ve yine meydanlarda milliyetçiliği ayaklar altına alırlar, toprağın altına giden gencecik fidanları mezheplerine göre ayırırlar, gencecik fidanları kesenlere efsâne yazdırırlar, yargıyı vesâyet altına akrabayı da kanatları altına alırlar...
Ve o sarayda ‘günah işleme özgürlüğünün’ tadını çıkarırlar...
Hâmiş: Bahse konu saraya bir de câmi inşâ edilecekmiş...O sarayın câmisinin imâmeti için bu ülkede bir tek aday var. Kur’an ile makara yapanlara sessiz kalan, Peygambere kibir atfedene tavassut eden Diyânet İşleri Başkanı Mehmet Görmez...Görevi bıraktıktan sonra üniversiteye değil, saraya dönmeli ve ‘sarayın câmisi’nde ‘sarayın imamı’ olarak tavazzuf etmeli, o mihrabı ve o minberi ondan fazlaca hak eden birisi yok çünkü...

Yazarın Diğer Yazıları