Sömürgeci Fransızlar

Pierre Loti, Saygon Geceleri adlı kitabında ülkesinin Uzak Doğu yıllarını anlatır. Köylere yapılan baskınlarda kız çocuklarına tecavüz eden Fransız askerlerini nakleder. Daha sonra bu tip dehşet ve vahşet sahnelerini Kuzey Afrika'da gördük. Başta Cezayir olmak üzere Magrip'te binlerce benzeşen olaya da tanık olundu. Anlayacağınız, bu Fransa'nın aynı duygularının kabardığını fark ediyoruz. Hele Suriye ve Lübnan'ın adı geçiyorsa. Afrin Harekatı'na karşı çıkışlarının gerekçesi "tamamen eski hastalıkları".

Sizce sıklaşan Macron-Trump görüşmeleri tesadüf mü? Tabii ki değil. Fransa cumhurbaşkanının eskiye özlemini, sadece "eş durumundan -annesi yaşında- zannedenler" yanılgıya uğradılar. Lejyonerliğin mucitlerinin yarattıkları askeri oluşumu 2018'e uyarlama çabasını seziyorduk. Ancak bu kadar fazla özlem duyduklarını anlayamamıştık.

Trump'ın Membiç ve çevresini Fransızlara bırakma kararı anlık esinti değil. Macron'un epey kulis yaptığı yeni anlaşıldı. Hatta, Suriye'nin kuzeyinde incelemelerde bulunduğu ortaya çıktı. Peki neden bu kadar hevesli. Sadece sömürgecilik ruhundan dolayı değil. Sebeplerden biri bölgede yeni tespit edilen zengin petrol ve doğal gaz rezervleri.

İran'a ilk senaryo

Peki bu gelişmeler ışığında Tahran ne olacak? Bu ülkeyi içeriden yıkma planı durdurulacak mı? Kesinlikle böyle bir şey yok. CIA bunu başaramazsa benim yıllardır yazdığım senaryo uygulanacak. Ben Gurion Havaalanı'nın askeri bölümünden kalkacak bombardıman uçakları devreye girecek. Bunlara İncirlik'ten havalanacak ABD'ninkiler korumalık yapacak. İran'ın nükleer tesisleri vurulacak. O arada 1-2 petrol tesisine de bomba bırakılması kesin. Ondan sonra istediğiniz kadar bağırın. "Dünya beşten büyüktür" diye.

Böylesi tablo içinde Türkiye her zamandan daha dikkatli olmak zorunda. Atılacak adımlar iyi ölçülmeli. 11 bin kilometreden gelip komşumuz olanların yerini daha yakında olanlar alacak. Bunlardan gelecek hava savunma sistemlerinin ileride tehdit unsuruna dönüşeceğini unutmamalıyız.

Tam anlamıyla "savaş ekonomisi" uygulayan ülke haline dönüşüyoruz. Büyük bölümü yerli malı olsa bile her merminin maliyeti var. Devlet, imkanlarını buna göre ayarlamak mecburiyetinde. Yani ayağımızı yorganımıza göre uzatmak şart. Dört milyona yaklaşan mültecinin her gün daha ağırlaşan harcamalarını da gider hanesine eklemek mecburiyetindeyiz. Nereye kadar?

***

Seçimler

Bunca hay huy arasında gündemimizden düşmeyen konulardan biri sandık meselesi. kendi adıma konuşursam, bazı saplantılarım oluştu. Spor sayfalarındaki puan cetvellerine bakarım. Aynı şey Meclis tablosu için geçerlidir. Seçim sathı mailine girdiğimizden bu yana anketlere özel ilgi duyuyorum. Doğrulukları tartışılsa, yanlı yansız olsalar da mutlaka hepsini okuyorum. Kendimce inceliyorum. Hatta, deliler gibi kendi kendimle konuşuyorum. Gürkan Hacır'a göre "Türkiye, tarihinin en sürprizli seçimine gidiyor". Bu cümle için istediğiniz kadar fikir jimnastiği yapabilirsiniz. 21 ilde, belirli sayıda insanla gerçekleştirilen anketlerden fikir sahibi olmak zor. Avrupa'da bu tip çalışmalarda yanılgı payı yüzde 1-2'dir. Son yıllarda Türkiye'de hata yüzde 13'leri buldu. Nedeni ise hemen yakaladık; denek kirliliği. Bu ne demek? Anketörlere, sandık başında yapacaklarının tam tersini söyleyenler çığ gibi artmakta. "Ne çok yalancımız var" demeyin. Sebebi belli "korku dağları sardı".

Ötekiler

Bu arada diğer ittifakların ne olacağı merak konusu. Devlet Bahçeli'nin "Pisagor formülü ile" yakaladığı "Cumhur oluşumu" dışındakiler saman altından çalışmalara başladı. Oysa koalisyon sözcülerinin açıklamaları bambaşka. Denek kirliliğini yaratanlardan farksızlar. "Ne duruyorsunuz, hadi siz de kurun" diyerek gel-gel yapıyorlar. Bu tutumları pokerdeki "ters manyel"i anımsatıyor. Anlamayanlar için biraz açarsak blöf peşindeler. Bu kişilere bir uyarıda bulunmak istiyorum; "önünde sonunda korktukları başlarını gelecek". Yani en az üç partili yeni ittifak göreceğiz. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu'nun şu sözlerini iyi hatırlasınlar; "Seçim takvimi açıklansın ondan sonra görün..."

***

Kaçırmıyorum

Bunca ciddi iş arasında, atlamamaya çalıştığım program Popstar. Geçen sürede iki ismin öne çıktığını fark ediyoruz. Edirneli Roman Salih bunlardan. Bülent Özdemir'in bestesi "Benim yerime de sev"i teatral ortamda söyledi. Ses ve şovun iç içe geçtiği inanılmaz bir icra idi.

Eski dönem yarışmacılardan Firdevs sunuculukta tutukluluğunu atamıyor. Armağan Çağlayan bu defa pijamayla gelmişti. Canlı yayının en hoş tarafı Bülent Ersoy'un beğenisini zeytinyağlı yaprak sarmasıyla tarifi idi. Kuş üzümü, taze yaprak ve ince sarma... Ersoy'un en önemli tespiti ise bu yemekte fazla soğan doğranmasıydı. Bayanlarımızın bu işi sevmemesi, dolmanın lezzetini azaltıyor.

Yazarın Diğer Yazıları