Gerçekler tüm çıplaklığıyla toplumun yararına yazılmalı

Gerçekler tüm çıplaklığıyla toplumun yararına yazılmalı

Kalemle verdiği mücadelesinin yanı sıra günlük insan hakları mücadelelerinin önünde yürüyen çağdaş edebiyatın taleplerine uygun şiirleri ile tanınan Saadet Cihangir, Yeniçağ’ın sorularını yanıtladı.

Röportaj Dr.Mayis Alizade / Yeniçağ

Bakü Devlet Üniversitesi mezunu Saadet Cihangir farklı alanlarda çevirmen ve editör olarak çalıştıktan sonra muhalif gazetede köşe yazarlığı yaptı. Kalemle verdiği mücadelesinin yanı sıra günlük insan hakları mücadelelerinin önünde yürüdü. Azerbaycan Türkçesinde yayınlanmış birkaç şiir kitabı bulunan Saadet Cihangir`in okur kitlesinin sayısı her geçen gün artıyor.

Yeniçağ: Azerbaycan'ın kadın şairleri arasında duygularıyla bilincini birleştirerek şiir kaleme alan ilk şair sizsiniz. Bu anlamda Azerbaycan edebiyatının Rus edebiyatından aşağı-yukarı 100 sene geride olduğunu görüyoruz. Bunun sebebini nasıl izah ediyorsunuz?

Saadet Cihangir: Verdiğiniz değerden dolayı şükranlarımı sunuyorum. Azerbaycan küçük bir ülke olduğu için dünyanın büyük ülkeleriyle kıyaslamayı doğru bulmuyorum. Örneğin geçtiğimiz yüzyılın başlarında Rus edebiyatına Ahmatova ve Tsvetayeva gibi çok güçlü kalem sahipleri var iken Azerbaycan`da klasik tarzda yazmış birkaç kadın dışında çağdaş anlamda edebi eser yaratmış tek bir şair bile yoktu. Ancak günümüzde edebiyatımızın geriye kalmasının birkaç nedeniyle ilgili görüşümü ifade etmek isterdim. İnsan özgürlüklerinin olmadığı ve aşırı ağır yaşam koşullarının yanı sıra eskinin yazar kuşaklarıyla günümüzün genç kuşakları arasındaki irtibatın tamamen kopması çok acı bir durum oluşturmuştur. Stalin diktası 1930`lu yıllarda bizim hem yetenekli hem de milli kökenlerine bağlı bilim-edebiyat kuşağımızı imha ederken onların yerine geçen “proleterya edebiyatı” temsilcileri edebiyatı ve bilimi “sosyaslist gerçekliği” teorisi ilkesizliğinin emrine verdi. Yaratıcılığın en önemli koşulu olan özgür ortam sonlandırıldığı için Azerbaycan edebiyatı kapalı bir devreye hapsoldu. Öte yandan günümüzün bağımsız Azerbaycan'ında insanların %70-80`nin yaşam standardının çok alt düzeyde olması değil kitap, gazete ve dergi almak bile lüks hale gelmiştir. Onun için yetenekli kalem sahiplerinin günlük düşüncesi ekmek parası üzerinedir. Bu durumda sadece kendi kişiliğini satmayan kalem sahiplerinin sonuna kadar direnişi söz konusudur.

Yeniçağ: Şiirlerinizin bir kısmı Azerbaycan'ın mevcut idaresine isyan niteliğindedir. Bunun sebebi ne? Yönetimin mi çok berbat ve acımasız olması yoksa sizin daha iyi idare talebiniz mi?

saadet-cihangir-fotosu.jpg

Cihangir: Kalem sahibi gerçeği tüm çıplaklığıyla ve hem de toplumun yararına yazabilmeli. Yalan kılıf giydirip acımasızlığa yandaşlık yapmak riyakarlıktır. Hesabının ne kadar ağır olmasına rağmen kalem sahibinin borcu doğruları seslendirmektir. Benim isyanım sistemin berbat durumda olmasına, özgürlüklerin boğulmasına, insanlara karşı en acımasız biçimde davranılmasına ve kamu kaynaklarının yönetimi elinde bulunduran bir grup tarafından talanmasınadır. Normal bir yaşam herkesin hakkıdır. Benim isyanım ülke yönetimini ele geçirmiş açgözlü bir grubun milyonların haklarını gasetmekle yetinmeyip onlara köleye dönüştürme hırsına karşıdır.

Yeniçağ: Şiirlerinizin dışında bir de günlük hayatınızda siyasi mücadeleniz söz konusu, baskılardan kimi zaman siz de nasibinizi alıyorsunuz. Bu mücadele sizi bıktırıyor mu yoksa daha katiyetli mi olmaya sevk ediyor?

Cihangir: Bana göre herkesin yaşamla bir mücadelesi vardır, siyasi mücadele de onun bir koludur. Kuşkusuz, siyasi mücadele bir çok durumda maddiyattan imtinalar, kayıplar istiyor ve ben de bundan kendi nasibimi almışım. Ancak bu benim yaşam tarzıdır, farklı bir tarzı aklımın ucundan bile geçiremiyorum.

Yeniçağ: Azerbaycan edebiyatı methiyeciler ve kaleminin namusuna sahip çıkanlar diye iki yere parçalanmışken ulusal bilinç bundan ne ölçüde etkileniyor? İktidar, önünde eğilmeyen kalem sahiplerinin el kolunu bağlamak için elinden gelen her şeyi yaparken methiyecilerin başından servet yağdırılıyor. Bu durum toplumu millet olmaktan çıkarıp tayfa olmaya doğru götürmüyor mu?

Cihangir: Kanımca edebiyattaki yol seçimini ulusal mantalite belirlemiyor. Bu, hiçbir kuşkuya yer bırakmadan karakterle ilintili bir durumdur. Edebiyat ve sanat insanlarını kendi saflarına çekerek “kendininki” yapmak padişah saraylarına mahsus bir gelenek olmuştur. Eğilerek el-etek öpenler olmuştur ancak biz özgür ruhlu insanlar kendimize Nesimi`yi, Hüseyin Cavid`i veya Ahmet Cevat`ı veya Samed Behrengi`yi örnek alıyoruz. Ancak kıyasladığımızda eskinin saray şairlerinin el-etek öpmesinin bir sınırının olduğunu görüyoruz, şimdiki durum ise mide bulandırmaktan da çok öteye geçmiştir. Onlar gönüllü köleler olarak hizmet ettikleri rejimden daha fazla zarar veriyorlar günümüz dünyasına. Etienne de L Boetie`nin “Gönüllü kölelik üzerine düşünce” eseri var, bugün bizim içinde bulunduğumuz sistemi çok isabetli biçimde yansıtıyor: ”İktidarın basamaklı hiyerarşisini gözümüzün önüne getirdiğimizde ilk basamakta tiranın, ikinci basamakta altı kişinin, üçüncü basamakta bu altı kişinin elinin altında bulunan altı yüz adam bunların da her birinin kendi elinin altında on adam daha bulundurması hesaba katıldığında bir sonraki dördüncü basamakta altı bin adam durmuş oluyor...Onlara çeşitli düzeyde karı olan görevler, yetkiler veriliyor, tavizlerde bulunuyor. Bunların karşılığında çete üyeleri gaddarlığa ,talana, yalakalığa, ispiyonculuğa, yalan ifade vermeye, tek kelimeyle ,hür türlü kötülüklere severek katılıyor, göze görmek, görev basamaklarını çıkmak için ellerinden geleni yapıyor ve bu yolda çete üyelerine iftira atarak onları kurban vermekten geri durmuyorlar.”Halihazırki Azerbaycan gerçekliğinin ucube manzarası işte budur.

Yeniçağ: Nazım Hikmet Türk şiirinde devrim yapmasaydı bugün şiir Yahya Kemal`in ötesine geçemezdi. Sizce, Azerbaycan edebiyatında 1950`lerin ortalarında Ali Kerim`in başlattığı devrim başarısını sürdürüyor mu?

Cihangir: Nazım Hikmet dünya çapında bir şairdir. Siyasi bakışlarına katılmayabilirsiniz. Türk edebiyatının kökenleri çok derindedir. Kanımca tasavvuf edebiyatının zengin kaynakları her halükarda Türk edebiyatın dünyaya açılmasına imkan tanıyacaktı. Türk şiirini imkanlarım çerçevesinde izlemeye çalışıyorum, çok güçlü kalem sahiplerinin olduğunu söyleyebilirim. Türk edebiyatı belirli ölçüde dünya çapında kendine yer edinebilmiştir, yurtdışında kitapları büyük tirajlarla yayınlanan, uluslararası ödüller alan yazarların varlığı bunu söylememize temel oluşturuyor. Ali Kerim edebiyatımızda devrim yapmış bir kalem sahibi olmasına rağmen maalesef az yaşamıştır. Edebiyatımızda şimdi de yetenekli kalem sahipleri vardır ancak, maalesef ülkemizin dışında kazandığımız başarılar yok düzeyindedir.

Yeniçağ: Azerbaycan`daki baskıcı rejim baskının hızını her gün daha da artırırken günün birinde bu mücadeleden yorulup kendinizi tamamen şiire verebileceğinizi düşündünüz mü? Böyle bir ihtimal var mı?

Cihangir: İnsanlara değerin verildiği bir ülkede yaşamam durumunda muhtemelen yaşamımı tamamen edebiyata adayacaktım. Ancak insanlarının haklarının her gün, her saat değil, her an ayaklar altına alındığı bir ortamda ülkeme özgürlüğün gelmesi benim için her şeyden daha önemlidir. Onun için bu ortamda mücadeleden çekilmem şimdiye kadar geldiğim yola ihanet olurdu. Kalbinde beslediğin ideallere sırt çevirmek ve yol arkadaşlarımı meydanda bırakıp benim açımdan ihanet olur. Bu, benim karakterime aykırıdır. Nasıl demişti Türk şarkısında :”Ağaçlar ayakta ölüyor”. Bana vermiş olduğunuz bu fırsattan dolayı hem teşekkür ediyor hem de bu fırsatı kullanarak nacizane halde bir şiirimi Türk okurlarıyla paylaşmak istiyorum.

Söylediği kitapları

okudum

Sevgili Hocam,

yaprak-yaprak

roman-roman

Nasıl büyür küçükler

Nasıl küçülür büyükler

okudum...

ama

hiç söylememiştin sen sən heç söyləməmişdin,

yaşamın - dışarı atılmış çocukların

gece gömleği

yağmurda ıslanan

sokak rüyaları olduğunu

açlıktan ölen bir çocuğun

resimleri

tam yüz milyon ediyor

yüz yıl önce

yoksulluk içinde can vermiş

bir ressamın tablolarıdır

şimdi müzayedelerde

yüz milyona alıcı buluyor...

ama sen dememiştin

yaşamın soğuk sobalarda

sözü yakarak

ısınan şairlerin

tarih için bir utanç olduğunu

bir kalemde

sürülürken bir kalemde uzak cehennemlere

bir asır sonra tabutta

geri dönen şairlerin

vatan sürgünü olduğunu ...

hiç söylememiştin ama

bu hayat dediğin şeyin

bir kilise kararında

bir kitap ayetinde

kadın yasaklarına

odaklanmış günah taşı olduğunu

kınaması asırların

üzerine kalan

Jean d`Arc`ın

Meryem adına

verilen bakirelik savaşıdır...

sevgili hocam,

söylədiyin kitabları

oxudum,

amma sən heç

söyləməmişdin,

hardasa biri vardı ,

biri heç vaxt yoxudu…