Türkiye o kadar zor ve karışık bir dönemden geçiyor ki. Sükunet, sabır ve sakinlik telkinleri artık kimseye işlemiyor. İçeride sımsıkı birbirimize kenetlenmemiz gerekirken korkunç bir toplumsal kutuplaşma ile karşı karşıyayız.
Türkiye'de yaşanılan bu durum en çok da yabancı istihbarat servisleri tarafından Türk milletine karşı kullanılıyor, daha doğrusu toplumun gerilmesi için fitili yakanlar da kendileri. Ne terör ne ekonomik buhran ne de asayişin kontrolden çıkması artık hedefleri değil, bunlar sadece araç. Asıl amaçları devlet ve millet arasındaki organik bağı kopartarak devlet otoritesinin tükendiğine dair algıyı topluma kabullendirmek.
Ve sonrası kaos...
Bu kaosun mimarı da istihbarat savaşları.
Nasıl mı?
*
Günümüzde savaş anlayışı; askeri stratejilerin, fiziksel saldırıların, geleneksel veya teknolojik silahların çerçevesinde tanımlandığı gibi çeşitli nedenlerle değişime uğrayarak yeni bir kavramla nitelendirilmektedir. Bu değişim toplumsal, algısal, yöntemsel, stratejik, kurumsal gibi olmak üzere pek çok alanda kendini göstermektedir. Bu bağlamda “yeni nesil savaş” ya da “yeni savaş anlayışı” olarak isimlendirilen bu durum birçok gelişmenin sonucudur.
Yeni nesil savaşların temelinde özellikle istihbarat faaliyetleri gelmektedir. Ana hedefe ulaşabilmek için üretilen istihbarat sayesinde geleneksel savaşlarda olduğu kadar yeni nesil savaşlarda da üstünlük sağlanabilmektedir.
*
İnsanoğlu, kendini savunma ve koruma iç güdüsünü keşfettiği günden beri düşmandan saldırı alma ihtimali her zaman bir güvenlik endişesine sebep olmuştur. Devletler için de bu durum aynı şekildedir.
Günümüzde istihbarat savaşları üzerinden amaçlanan en büyük güvenlik endişesi ise toplumsal kaostur.
Toplumsal kaos nedir, neyin nesidir ayrı bir yazı konusu.
Bu soruları şimdilik kenara koyuyorum. Asıl can alıcı nokta şu; toplumsal kaosun doğmaması için nasıl tedbirler alabiliriz?
*
Günümüze gelerek biraz konuyu somutlaştırmak istiyorum. Türkiye'de yabancı istihbarat servisleri basın, sosyal medya ve siyasi partileri aracı kullanarak Türkiye'de bir istihbarat savaşı yürütmekte bunu hepimiz görüyoruz. Sosyal medyayı ve basını aktif olarak kullanan birisi olarak özellikle son 3 senedir Türkiye'de korku salma politikası üzerinden sosyal medyadan büyük bir çalışma yapılıyor. Bir bakıyorsunuz bazı olayların içeriği tarafsız bir şekilde anlatılmadan, çarpıtılarak tüm kitleye yayılıyor. Devletin ilgili kamu kurumları da "BU OLAY DOĞRU DEĞİL DEZONFORMASYON." dediğinde toplumun büyük bir çoğunluğu buna inanmıyor. Bu o kadar zor bir durum ki neden böyle oldu diye oturup bir düşünmek gerek.
Toplumu ikna edemediğimiz, inandıramadığımız her konu istihbarat servisleri tarafından kaos aparatı olarak kullanılmaya hazır bir malzemedir.
Örnekler verecek olursak:
Başıboş sokak köpeklerinin toplatılması konusunda toplumun ikiye bölünmesi, suça sürüklenen çocukların sürekli suç işlemesi ve ceza indirimleri nedeniyle infaz konusunda yaşanılan adaletsizlikler , sokak çetelerinin gettolaşması, siyasal mafyalar, illegal yapıların elini kolunu sallayarak toplum içinden önüne geleni tehdit etmeleri, terörizmin sahil kesimlerinde ekonomik üstünlük kurması ve turizmin kalitesini düşürmeleri, bölücü faaliyetler gösteren grupların, siyasi partilerin meşrulaştırılmaya çalışılması, kadın cinayetleri, televizyonda toplum yapısını bozan programların bir türlü kapatılmaması, toplumun algısının başka yöne kaydırılması, asayiş sorunları, siyasallaşan terör ve daha nicesi...
*
Bütün bahsettiğim bu konular ve daha nicesi her geçen gün toplumun nabzını yükseltmekte. Peki yükselen bu nabız nasıl düşürülür? Kolluk ve yargının titiz müşterek bir çalışmasıyla, ilgili yaptırımların tarafsız bir şekilde uygulanıp adaletin sağlanmasıyla inanın bu sorunların hiçbirisi kalmaz.
Fakat şöyle bir baktığımızda özellikle de yargı üzerinden verilen bazı kararlar değil sorunları çözmek toplumun devlete karşı olan inancını azaltıyor. Sosyal medya üzerinden toplumun nabzını bir yoklayın derim. Daha geçen gün Bursa'da bir kuyumcudan afaki miktarda haraç isteyen çeteye karşı kuyumcunun olduğu kapalı çarşıda özel harekat polisleri tedbir aldı. Bu konuya gelen binlerve yoruma baktım. Herkes diyor ki "POLİS ORAYI KORUYACAĞINA, HAKİM BUNLARI BULSUN İÇERİ ATSIN."
Bakın bu öyle haklı bir tepki ki, Anadolu'nun bağrında köyünde kendi halinde yaşayan Ayşe Teyze'nin dahi dilinde bu konu.
Yargı üzerinden devletin içinde başka bir devlet oluşturmaya çalışan gruplar mı var? Bir hukukçu olarak hayretler içinde kaldığım bazı yargı kararları var, bunu kararı veren ya hukuk okumamıştır diyorum ya da niyeti farklıdır diyorum. Gerçi hukuk okumayan bile veremez bu kararları.
*
İstihbarat servisleri, özellikle devlet otoritesinin sarsılıp illegal yapılanmalara olan güvenin artması ve toplumsal kaosun oluşması için devlet içindeki bu zafiyetleri ince eleyip sık dokumakta. Buldukları ilk fırsatta da bu zafiyet, bizlere zarar olarak dönmekte.
Ciddi bir kısır döngü içindeyiz, günümüzde Türkiye'ye karşı açılan istihbarat savaşlarının asıl hedefi de bu; devlet otoritesine olan güvenin tüketilmesi ve toplumun illegal yapılanmalara yönelmesi.
Türk devletinin bu durumu aşacak kudreti ve gücü var buna inancımız sonsuz. Fakat ivedi bir şekilde yapılması gereken şey ; devlet içindeki paralel gölgeleri aydınlatarak, devlet ve toplum arasındaki bağı kuvvetlendirmek.
*
Biraz da Terörsüz Türkiye süreci üzerinden gitmek istiyorum.
Kaosun amaçlandığı bir ülkede; her türlü illegal faaliyetle birlikte terörün de kullanılacağı aşikardır. İşin en tehlikeli boyutu da işte burada başlar.
Türkiye'de terörün siyasal kanadı, yıllardır Anayasa'yı hiçe sayarak devlet otoritesini hedef almakta. Terörsüz Türkiye süreci de siyasal terörün eline mikrofonu alıp istediği gibi konuşmasına sebep oldu kimse kusura bakmasın. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucu milli değerlerine olan düşmanlığını kusan kusana...
Özellikle dillerinden düşmeyen konular şunlar:
Ana dilde eğitimin resmileştirilmesi, Anayasa'nın 66. Maddesinin değiştirilmesi, yerel yönetimleri merkezi yönetimden bağımsızlaştırarak özerkliğin yumuşatılarak yasallaştırılması.
Anayasa'nın ve devletin kurucu milli unsurlarının yok sayılması, demokratikleşme adı altında önümüze sunuluyor. Utangaç Apocular da bunu sessizce izlerken toplumun büyük bir kesimi bu yapılanlara olan öfkesini dile getiriyor.
Yabancı istihbarat servisleriyle kol kola girmiş DEM Parti ve türevleri her yerde cirit atarken utangaç Apocular da buna "Ya silahları yaktılar, terör bitti." diye alkış tutuyor.
Üslubumu bozmak istemiyorum ama iki gözünüz de görme yetisini mi kaybetti?
Terörsüz Türkiye'nin amacı barışsa bu gerginlik neden peki?
*
Size Diyarbakır'da yabancı devletlerin STK desteğini alan bir sosyal çalışma kuruluşu üzerinden örnek vererek yazımı sonlandıracağım.
Kurdish Studies Center yani Kürt Çalışmaları Merkezi 2019'da Diyarbakır'da kurulmuş. Amaçları sivil toplum, akademi ve farklı toplumsal çevrelerin katılımıyla Ortadoğu'daki Kürt toplumu başta olmak üzere bu coğrafyada yaşayan tüm toplulukların, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi dinamiklerini anlamaya yönelik bağımsız çalışmalar yaparak nesnel bilgi üretmekmiş.
Ortadoğu coğrafyasındaki Kürtler derken aslında sözde Kürdistan haritasında çizilen sınırları, modern anlatım sosuyla fırına sürmüşler.
Akıl alır gibi değil, Diyarbakır'ın göbeğinde "Dil Haritası Projesi Bölgesi, Sınırların Ötesinde Kürt Gençliği, Türkiye'de Kürtçe'nin Ahvali, Suriye'de Anayasa Yoluyla Toplumsal Barış Mümkün mü?" başlıklı çalıştaylar yapılıyor.
Bunlar sosyal proje öyle mi? Anayasal Düzene karşı suç içeren bu çalıştayların amacı da mı barış? Anayasa'nın ve devletin hiçe sayıldığı hiçbir proje sosyal olamaz
Ben örneği verdim, yazımın başlığıyla birlikte düşünmeyi size bırakıyorum.
*
Diyecek çok şey var ama sizleri daha fazla sıkmak istemem.
Bu cendereden bizi kurtaracak tek şey Türk milleti olabilmek, Türkiyeli değil...
Saygılarımla.