Türkiye'de barınma hakkı krizinin derinleştiği şu günlerde, kiralık konut fiyatlarındaki yükseliş şehir merkezlerinde yaşayanları zorlamaya devam ediyor. TÜİK’e göre 2024’te Türkiye’de konut sahipliği oranı % 56,1’e gerilerken, kiracı oranı % 28’e yükseldi. Bir başka ifadeyle, her üç kişiden biri artık kirada yaşıyor; bu da barınma krizinin boyutunu net şekilde ortaya koyuyor.

Kiraya artış kısıtlamalarının kalkmasıyla birlikte, kiralar TÜFE’ye endeksli hale geldi. Temmuz 2025 itibarıyla TÜFE, 12 aylık ortalamada % 35,05 artarken; bu da kira tavanının yaklaşık % 43,2 olarak belirlendi. Sahadaki tabloda ise kiraların yıllık % 60–65 civarında yükseldiği, özellikle büyükşehirlerde bu artışın çok daha yüksek boyutlara ulaştığı endeksa ve Betam raporlarında yer alıyor .

Bu ekonomik baskı, şehir merkezlerinde bir göç dalgası başlattı. Öğretmenler, memurlar, sağlık çalışanları gibi sabit gelirli gruplar, büyükşehirlerde tutunamıyor. İstanbul, Ankara gibi metropoller, barınma sorunları nedeniyle terk edilmeye başlandı. Bu durum, eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerini doğrudan etkiliyor.

Öte yandan, konutun spekülatif yatırım aracına dönüşmesi, “ev var ama kiralık yok” gerçekliğini ortaya koyuyor. Büyükşehirlerde kısa dönemli kiralamalar (Airbnb vb.) nedeniyle yüzlerce daire piyasaya sürülmeyerek arz kısıtlanıyor. Bu da kira artışlarını daha da körüklüyor.

Peki devlet ne yapmalı?

  1. Sosyal konut üretimi: TÜİK verileri konut stoku artsa da barınma ihtiyacına erişim zorlaşıyor. Buradan hareketle TOKİ benzeri kurumlar, gerçek ihtiyaç sahiplerine yönelik kiralık konut projeleri geliştirmeli.
  2. Kiralarda denetim: Avrupa’daki “boş ev vergisi” ya da “konut vergisi” gibi uygulamalar gündeme alınmalı. Bu mekanizmalar, spekülatif boş duran evleri piyasaya sokabilir.
  3. Yerel yönetim katılımı: Belediyeler sadece imar planı değil, kentte barınma dengesi için de politika üretmeli. Barınma şuraları, ihtiyaç analiziyle yönlendirilmiş planlar oluşturulmalı.

Bu göç dalgası, yalnızca ev sorunu değil; toplumsal denge ve sürdürülebilir kent yaşamını tehdit ediyor. Barınma hakkı elinden alınan insan, yaşam alanını terk ediyor; kentler boşalıyor. Bu, ekonomik değil, derin bir sosyal adaletsizlik.