Nâbî’den devlet yönetimine dair birkaç beyit

Nâbî’den devlet yönetimine dair birkaç beyit
Ahmet SEVGİ yazdı...

Devlet yönetimine dair teklif ve tavsiyelerden oluşan “siyasetname” kitapları eskiden çok yaygındı. Bursalı Mehmet Tahir (ö. 1924) “Siyasete Müteallik Âsâr-ı İslâmiyye” (İst. 1916) adlı eserinde 172 siyasetname kitabından bahseder. Ve bunlardan 48’inin Türkçe olduğunu söyler. Bu konuda Nizâmülmülk’ün (ö. 1092) “Siyasetname”si (Farsça), Keykâvus’un (ö. 1082’den sonra) “Kâbusnâme”si (Farsça), Yusuf Has Hâcib’in (ö. (1077?) “Kutadgu Bilig”i (Türkçe) ve Koçi Bey’in (ö. 1648?) “Risâle”si (Türkçe) meşhurdur.

Devlet yönetimi hakkında tavsiyelere “siyâsetnâme” ve “lâyiha”larda olduğu gibi bazı şiirlerde de rastlamak mümkün. Bugün Nâbî’nin (ö. 1712) sadrazam Râmî Paşa’ya (ö. 1707) sunduğu bir kasidesinde (Bkz. Dîvân-ı Nâbî, Şeyh Yahya Efendi Matbaası, İst. 1292, s. 48-52) yer alan devlet idaresine dair birkaç beyit üzerinde durmak istiyorum.

Nâbî, söz konusu kasidesinde atamalarda “ehliyet” aranmadığından, halkın refah seviyesinin düşüklüğünden, hazinenin boşaldığından, askerî alanlardaki ihmallerden vs. müşteki olunduğunu belirttikten sonra:

“Cümle âlem bize hasret-keş iken lâyık mı//

Olayız pençe-i nâ-ehlde pâ-mâl-ı sitem//

Biz şifâ-bahş-ı alîlân iken insâf mıdır//

Bizi nâdânlar ide böyle giriftâr-ı sakam.”

(Cümle âlem bize hasretken, ehliyetsiz yöneticiler elinde ezilmemiz layık mı? Biz şifa bekleyen hastalarken, cahillerin bizi derde gark etmeleri vicdana sığar mı?)

diyerek emanetin ehline verilmesi gerektiğini, din ve devlet işlerinin ilimle, akılla yürüdüğünü, cahil yöneticilerin devleti perişan ettiğini, ehil olmayan kişileri iş başına getirmenin kurdu koyuna bekçi tayin etmek olduğunu şu beyitlerle dile getirir:

“İtdi emr ehline teslîm emânâtı Hudâ//

Ne olur emr-i İlâhî dahi bundan ahkem//

İlm ile akl iledir maslahat-ı devlet ü dîn//

Gör ne buyurdu hadîsinde Rasûl-i ekrem//

Devleti eylediler böyle perîşân cühelâ//

Nice teklîf olunur gürge murâât-ı ganem.”

Nâbî’nin mısralarda işaret ettiği “âyet” ve “hadis” şöyledir:

“Şüphesiz Allah, emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder.” (Bkz. Nisâ sûresi [4], âyet: 58)

Allah bir emir (sultan, padişah) için hayır murat etti mi ona doğru sözlü bir vezir nasip eder. (Hadis-i şerif)

Bu âyet ve hadiste de belirtildiği üzere, devlet yönetiminin temelini “liyakat” oluşturur. Emaneti ehline vermezseniz, diğer bir ifade ile atamalarda liyakate değil de sadakate bakarsanız devlet bir gün muhakkak çökecektir.

Rivayete göre, Hulefâ-yı Râşidîn (632-661) devrinden sonra kurulan ve hilafeti saltanata çeviren Emevîlerin (661-750) yıkılmasını müteakip Emevî ileri gelenlerine “Devletiniz niçin yıkıldı?” diye sorulduğunda muhatapların -mealen- şöyle cevap verdikleri söylenir:

1-“Yöneticilerimiz açıklanması gereken şeyleri gizlediler. Yani şeffaf davranmadılar.

2-Vergi memurlarımız halka zulmetti, halk vatanlarından göç etti, böylece hazinemiz boşaldı.

3-Askerlerin maişetleri kesildi, böylece bize itaati terk ettiler.

4-Halk adaletten ümidini keserek emniyet ve huzuru başka yerde aramaya başladı.”

Bu noktada Mehmet Akif’in şu beytini hatırlamamak mümkün mü?

Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar//

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”

Demem o ki Nâbî, devlet yönetimine dair yukarıdaki ikazları 18. yüzyılın başında yani duraklama devrine girildiği, memuriyetlerin parayla alınıp satıldığı, yeniçerilerin başkaldırdığı, vezirlerin boğdurulduğu kısacası imparatorluğun hücrelerinin çürümeye başladığı yıllarda yapmıştır. Ancak kulak veren olmadığı için devlet çökmeye mahkûm olmuştur. Umarız benzer sıkıntıların yaşandığı günümüzde yetkililer tehlikenin farkına varırlar ve aynı akıbet tekrar yaşanmaz.

ACZİMİN GİRYESİ:

EMANETİ EHLİNE VERMEK

Eğer emaneti ehline vermezseniz adalet çöker,

Adaletin olmadığı yerde de biri yer biri bakar.

(Li-müellifihi)