Yılbaşı hikâyeleri genelde parlak ışıklarla, bereketli sofralarla, iyimserlik ve mucize beklentisiyle başlar. Dudintsev’in Bir Yılbaşı Öyküsü ise tam tersinden yürüyor. Soğuk bir odanın, sessiz bir yoksulluğun, dışarıdan bakıldığında sıradan görünen hayatların içine girer. Ama bu karanlık hâl, hikâyeyi ağırlaştırmak yerine daha da parlatır. Çünkü Dudintsev’in asıl anlattığı şey, umudun lüks bir duygu olmadığı, en çok ihtiyaç duyanların onu hiç beklemediği anlarda bulduğudur.
Yazarın dili sade ve sakin fakat sıradan değil. Bir çocuk da okuyabilir ama yetişkin okur satırlar arasında bambaşka bir ağırlık hisseder. Sovyet döneminin sert ekonomik koşulları, buzlanmış sokaklar, sınırlı imkânlar ve sıkışmışlık duygusu yalnızca arka plan değildir. Karakterlerin sesini, davranışını ve birbirine yaklaşma biçimini belirleyen bir atmosfer olarak kurgulanır. Dudintsev, bu atmosferin içinde küçük bir jestin nasıl büyük bir kırılma yaratabileceğini çok tatlı bir incelikle anlatır.
YOKSULLUĞUN İÇİNDE KAYBOLMAYAN İNSANLIK ONURU
Kitabın en güçlü tarafı, karakterlerini acındırmamasıdır. Yoksulluk bir gösteri unsuru değil, sessiz bir gerçekliktir. Dudintsev, bizden duygusal manipülasyonla bir merhamet talep etmez. Aksine, karakterlerin hayata dair zarif kabullenişi, bizi kendi içindeki hassas bir yere götürür.
Bu yaklaşım, klasik Rus edebiyatının soylu melankolisini taşıyor ama abartısız. Herkesin ağır ağır konuştuğu, her duygunun biraz utangaç yaşandığı o ucundan kenarından hepimizin biraz tanıdığı Rus anlatısı burada küçücük bir öykünün içine sığdırılmış. Yazar, “iyiliğin” ne kadar gürültüsüz olabileceğini gösteriyor. Hatta iyi bir şey yaptığını bile hissetmeyen bir insanın, başkasının hayatında nasıl derin bir iz bıraktığını.
Bu yüzden Bir Yılbaşı Öyküsü, yalnızca bir hikâye değil, sanki tanıdığımız ama adını bilmediğimiz insanların küçük bir fotoğrafı gibi.

YILBAŞI MUCİZESİNİN SESSİZ HÂLİ
Kitabı diğer yılbaşı metinlerinden ayıran şey, mucizeleri göz kamaştırıcı, çocuksu parlaklıkla anlatmaması. Dudintsev’in mucizesi görünmez, bir cümlede, bir bakışta, küçücük bir eylemde saklıdır. Yazar, mucizeyi büyüyle değil, insanla mümkün kılar.
Bu da hikâyeye gerçeklik hissi veriyor. Çünkü hepimiz hayatımızın bir yerinde o sessiz iyiliklerden birine rastlamışızdır. Bir yabancının jesti, bir arkadaşın fark edilmemiş desteği, bir öğretmenin sessizce açtığı kapı, tam ihtiyacımız olduğu anda minik bir gülümseme… Hikâyeyi okurken hafızanın bir köşesinde kıpırdayan tam da bu: İyi şeyler hep küçük başlar
KISA BİR KİTAP, UZUN BİR ETKİ
Bir Yılbaşı Öyküsü kısa bir metin ancak etkisi uzun sürüyor. Çocuklara okunabilecek kadar yumuşak, yetişkinlere okutacak kadar yoğun. Bu ikili etki de Dudintsev’in ustalığını gösteriyor. Kitabı bitirdiğinizde kendinizi daha buruk ama daha yumuşak hissediyorsunuz. Çünkü hatırladığınız şey yılbaşı değil, insanlık.
Dudintsev, hayatın en zor anlarında bile iyiliğin nasıl kendine yol bulduğunu, en kapalı kapıları bile nasıl araladığını gösteriyor. Ve bize sessizce şunu fısıldıyor:
“Bir iyiliğin ne kadar uzağa gideceğini asla bilemezsin.”