2013 yılında Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırdığımdan birkaç ay sonraydı. O dönemki teşkilat başkanımız bir CD hediye etti bana. Kendisi hazırlamıştı. İçinde Türk Dünyası’ndan çeşitli müziklerin bulunduğu bir klasör ve adını “Türkçü Marşlar” koyduğu bir başka klasör bulunuyordu. Türkçü Marşlar klasörünün içinde dinlemekten hiç bıkmadığım ve Grup Orhun tarafından seslendirilen “Hey ya hey” bestesi. O günlerden bu yana özellikle camiaya dair beni heyecanlandıran bir gelişme olduğunda, bir etkinlik düzenlediğimizde veya Milliyetçi Dergiler Projesi kapsamında arkadaşlarımız ve kardeşlerimizle çalışırken motivasyona ihtiyaç duyduğumuzda açıp dinlerim aynı besteyi. Geçtiğimiz günlerde Ankara’da milliyetçi sivil toplum kuruluşları üyelerinin tanışması, işbirliği geliştirmesi ve Türk milliyetçileri arasındaki birlik beraberlik duygusunu sağlamlaştırması amacıyla düzenlenen halı saha turnuvasına katılan bir sivil toplum kuruluşunun üyeleri takımlarını desteklemek amacıyla aynı şarkıyı açtıklarında tekrar fark ettim bu bestenin Ülkücü Hareket’in hafızası olma niteliği taşıdığını. Ekşi Sözlük’te de gördüm sonrasında “Hey ya hey” bestesine yapılan “ülkücü hareketin tarihsel özetini çok iyi sözlerle ve ritimlerle sağlayan şarkı.” tanımını.

El hak, doğrudur. Bu beste Türk milliyetçileri arasındaki duygudaşlığı gösteren bir gösterge. Özellikle 1970’li yıllarda verilen mücadelenin biraz eksik olsa da önemli bir özeti, derlemesi. Ülkücü hareketin tarihindeki önemli dönüm noktalarının bir kısmını içeriyor şarkı. 15 Nisan 1978 tarihinde gerçekleşen Tandoğan mitinginde şahlanışı, Mamak Cezaevi zindanlarında görülen işkenceleri, vurulup şehit düşen dava neferlerini, mahkemeleri, idam cezasıyla yargılanmaları ve idam sehpasına kurulan ülkü devlerini…

Erkekçe bir mücadele, ne yaman bir dövüş. Kavga günleri… Lise okumanın, fakülte öğrencisi olmanın istisna olduğu yıllarda liselerden üniversitelerden güç alan bir gençlik hareketi. 1968 yılında 8, 1978 yılında 19 olan üniversitelerde okuyan Türkiye’nin en parlak zihinlerinin uğruna canlarını ortaya koyduğu bir dava. Prof. Dr. İskender Öksüz’ün anlatımıyla Ankara’da Meşrutiyet Caddesi’nde tutulan KÜBİTEM’de öğretim üyeleriyle yapılan ilk toplantıya sığmayan 100 civarı akademisyeni heyecanlandıran bir ülkü.

Bestenin hafızamızda diri tuttuğu mücadele çoğunlukla Türkiye’yi dönüştürmek ve Doğu Bloğu’na peyk etmek isteyenlere ve bizatihi sahibi olduğumuz ancak kime hizmet ettiğini unutmuş olan devletlülere karşı verilen amansız bir kavgayı anlatıyor. Biraz önce bahsettiğim eksiklik de tam burada ortaya çıkıyor.

Ülkemizin en parlak zihinlerinin, üniversite öğrencilerinin, doktorlarının, avukatlarının, mühendislerinin, sanatçılarının ve akademisyenlerinin milliyetçi Türkiye’ye ve Turan’a kadar uzanacağını hayal ettikleri mücadelenin tek bir alanı olduğunu düşünmek bu ağabeylerimize biraz haksızlık değil mi? Onların vizyonlarını, umutlarını, bilgi birikimlerini ve mücadelelerini biraz görmezden gelmek biraz da küçük görmek anlamına gelmiyor mu bu aktarımdaki eksiklik? Türkiye’ye ve Türk Dünyası’na dair kurdukları hayali niçin ihmal ediyoruz?

Bugüne kadar var olan bu ihmalin 12 Eylül’den, ardı arkası kesilmeyen bölücü örgüte, Kıbrıs’taki Rum, Kafkasya’daki Ermeni azgınlıklarına karşı verilen kavgalardan veya 1970’li yıllarda var olan kültürel sahaların sonrasında kaybolduğundan kaynaklandığını söylemek mümkün. Çeşitli gerekçelerle Ülkücü Hareket’in mirasının tam olarak sahiplenilemediği veya özellikle 12 Eylül Rejimi’nin kopardığı silsilelerin doğurduğu boşluğun bir türlü doldurulamadığı da ileri sürülebilir lakin Ülkücü Hareket’in tek mirasının yürüyüşler, mitingler, uğranılan işkenceler ve Ocak’larda kurulan dostluklar olduğunun tespiti akim ve yetersiz kalacaktır.

Oysa Ülkücü Hareket’i rakip ve muarızlarından ayıran ve münevverler arasında diri tutan en önemli özelliği kendi usul ve imkanlarıyla söyleşiler, ilmi faaliyetler, yayınlar, programlar üretmesi, hisleri barut olarak kullanıp fikri bir mücadele vermesiydi, kavganın en hararetli döneminde Genç Arkadaş dergisinde “Eller silah değil, kalem tutmalı!” çağrısında bulunmasıydı. Şiir dinletilerini, konserleri, tiyatroları yalnızca büyük şehirlerde değil, Anadolu’nun birçok şehrinde sahneleyip düzenleyen, sinema salonlarını dolduranlar Ülkücü Hareket’in mensuplarıydı. Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de neşriyat faaliyetleriyle sınırlı kalmayıp sanatla, iktisatla, kalkınmayla, Türk Dünyası’yla ilgili ürettiği fikir ve programları Kastamonu’da, Trabzon’da, Sivas’ta süreli yayınlar yayımlayan Kurt Karaca’nın, Ayhan Tuğcugil’in yazdığı kitapları vatanın her bir köşesinde okuyucuyla buluşturan da Ülkücü Hareket’ti.

Ülkücü hareketin bu vasfının ve bu şanlı mirasının bugün ne kadar farkındayız, bilmiyorum. Bu farkındalığın ise giderek arttığını, hareketin mazisinde yer alan kültür sanat etkinliklerinin, neşriyatın ve bunları ortaya çıkaran kişi ve kurumların bugün çeşitli yayınlarda, projelerde ve söyleşi/toplantılarda incelendiğini, tartışıldığını, o döneme bu üretim sayesinde imrenildiğini söylemek, sanıyorum, her geçen gün daha mümkün hale geliyor.

12 Eylül’den sonra basımı tekrar yapılmamış kitaplar, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinde ele alınıyor, tartışılıyor ve üstüne koymak için projeler geliştiriliyor. Arşivde üstü tozlanmış süreli yayınlar İfade Fikir Derneği ve EKSEN Eğitim Sen’in kaynak ve çalışmaları sayesinde Milliyetçi Dergiler Projesi aracılığıyla dijitalleştirilerek akademisyenlerin, araştırmacıların ve özellikle geçmişin mirasından istifade etmesi kritik bir önemi haiz olan gençlerin istifadesine sunuluyor. Milli Mecmua, Türk milliyetçiliği dizisi ile, kavramları, kurumları, sivil toplum kuruluşlarını ve başucu kitaplarını okuyucusuyla buluşturarak en azından bu mirasın hatırlanması işlevini görüyor. Çelebi dergisi Gaziantep’te maziyi diri tutmaya çalışıyor. Türk Ocakları, tarihi misyonuna uygun olarak ilmî ve kültürel faaliyetleri üstlenme ve belki de yeniden diriltme çabasında. İsimleri saymakla bitmeyecek dergiler ve sivil toplum kuruluşlarının önemli bir bölümü kavga günlerinin zorlu şartlarında üretilen bu değerlerin sahipsiz kalmaması ve kıymetinin hatırlanması için çaba içerisinde.

Bu çaba Devlet, Töre, Bozkurt gibi yayınları, birçok ünlü sanatçıyla kültür ve sanat etkinlikleri düzenlemiş olan TÖMFED gibi, merhum Dündar Teşer’in kurumda bulunan masasının her bir çekmecesinde ayrı bir sivil toplum kuruluşunun dosyası bulunan KÜBİTEM gibi kuruluşları, bu kurumların düzenlediği tiyatro, konser gibi organizasyonları ve bütün bu değerlerin üretildiği zorlu şartları anlamak ve mazimizle rekabete girerek daha iyisini yapabilmek amacıyla varlığını sürdürüyor. Üniversiteler başta olmak üzere kültür ve bilim faaliyetlerinin merkezinde yer alan ülkücülerin bize bıraktığı en önemli miras bu.

Bütün bu düşünceleri aktardığımız bu yazının ortaya çıkmasına vesile olan gelişme ise 19 Nisan cumartesi günü Türk milliyetçiliğinin en önemli temsil makamlarından olan Türk Ocakları’nın gerçekleştireceği genel kurul ve bu toplantıda sahiplerini bulacak olan Türk Ocakları 113. Yıl Armağanları. Bu armağanların sahiplerinin büyük çoğunluğu Ülkücü Hareket’in kültürel mirasını geliştirmek, bugüne kadar yapılanların üzerine eklemek amacını taşıyan değerli bilim insanları ve entelektüeller. Bir tanesi ise diğerlerinden ortaya koyduğu eser nedeniyle ayrılıyor.

Türk Ocakları Galip Erdem Şeref Armağanı’nın sahibi olacak olan Hakkı Öznur, bu ödüle mirasın bizlere ulaşması ve gelecek nesillere de emanet edilebilmesini sağlayacak kitabıyla hak kazanmış görünüyor. Birkaç ay önce basımı tamamlanan ve tanıtım etkinliği gerçekleştirilecek olan 9 Ciltlik Ülkücü Hareket, adını taşıdığı hareketin mirasını anlatma gayretinde bulunan bir eser. Hazırlanış sürecine de şahitlik ettiğim, Hakkı ağabeye belirli konularda destek vermeye çalıştığım bu eser, 1999 yılında basılan 6 ciltlik halinin genişletilmiş ve düzenlenmiş hali.

4. ciltte Ülkücü Gençlik Kuruluşları’nı, 6. ciltte eğitim ve teşkilatlanma faaliyetlerini, 7. ciltte yayın organlarını ve başyazılarını ele alan bu eser, Ülkücü Hareket’i daha yakından tanımak ve hareketin tarihini ülkücülerden okumak için önemli bir fırsat. Eminim ki eser incelendiğinde eğitim ve kültür alanlarında Ülkücü Hareket’in söylem, vizyon ve kurumlarına dair hiç duyulmamış birçok şey öğrenilecek, birçok kıymetli ülkücüyü tanıma fırsatı bulunacaktır.

9 Ciltlik Ülkücü Hareket ve müellifi Hakkı Öznur’a Galip Erdem Şeref Armağanı’nı uygun gören Türk Ocakları vasıtasıyla, Ülkücü Hareket’e muarızlarının giydirmek istediği gömleğe razı olmayan, hareketin mirasına sahip çıkmaya ve kavga günlerinin şanlı mazisini özellikle eğitim ve kültür alanlarında diri tutmaya, onu tekrar canlandırmaya çalışan bütün çaba sahiplerine, kişilere, kurum ve kuruluşlara teşekkürü bir borç biliyorum. Allah hepsinden razı olsun.