Vergi, devletin can damarı mı yoksa vatandaşın kamburu mu?
Devletin gelir kaynaklarının başında hiç şüphesiz vergiler geliyor. Altyapıdan eğitime, sağlıktan güvenliğe kadar kamusal hizmetlerin finansmanı için vergiler vazgeçilmez. Ancak Türkiye’de son yıllarda vergi sisteminin yapısı ve vatandaş üzerindeki etkisi yoğun tartışmalara konu oluyor. Özellikle dolaylı vergilerin yüksekliği, gelir dağılımı adaletsizliği ve kayıt dışı ekonomiyle mücadelede yaşanan zorluklar, toplumun geniş kesimlerinde “adil vergi sistemi” talebini yükseltiyor. Bugün ortalama bir vatandaş, maaşının ve harcamalarının önemli bir kısmını dolaylı ya da doğrudan vergiler aracılığıyla devlete aktarıyor. Bu durum, alım gücünün düşmesi ve enflasyonun yükseldiği bir ortamda daha da ağır hissediliyor.
Vergi Yükünün Dağılımı: Kim Ne Kadar Ödüyor?
Türkiye’de vergi gelirlerinin yaklaşık üçte ikisi dolaylı vergilerden (KDV, ÖTV gibi) sağlanıyor. Yani vatandaş, maaş bordrosundan kesilen gelir vergisinin yanı sıra, market alışverişinde, akaryakıt alımında, elektrik ve doğalgaz faturasını öderken de yüksek oranlarda vergi ödüyor.
Örneğin:
Bir litre benzinin yarısından fazlası vergiye gidiyor.
Elektronik eşyalarda KDV ve ÖTV birleştiğinde ürünün fiyatı neredeyse iki katına çıkıyor.
Asgari ücretli bir çalışanın maaşından yıl boyunca kesilen gelir vergisi, tüketim üzerinden ödediği vergilerle birleştiğinde neredeyse ikinci bir maaşa denk geliyor.
Bu tablo, düşük gelirli vatandaş ile yüksek gelirli vatandaş arasında vergi yükü açısından bir eşitsizlik yaratıyor. Zira zengin de yoksul da aynı oranda KDV ödüyor; ancak bu vergi, dar gelirlinin bütçesinden çok daha büyük bir pay götürüyor.
Dolaylı Vergilerin Gölgesinde Kaybolan Vergi Adaleti
Gelişmiş ülkelerde vergi gelirlerinin ağırlığı doğrudan vergilerde (gelir vergisi, kurumlar vergisi) toplanırken, Türkiye’de tam tersi bir manzara hâkim. Bu durum, “vergi adaleti” tartışmalarını körüklüyor. Çünkü doğrudan vergilerde artan oranlı sistem uygulanabiliyor; yani geliri yüksek olan daha fazla vergi ödüyor. Dolaylı vergilerde ise böyle bir denge söz konusu değil.
Vatandaşın maaşının artmaması, enflasyon karşısında erimesi ve harcamalarının her kaleminde yüksek vergiye maruz kalması, kamuoyunda ciddi bir rahatsızlık yaratıyor. Hatta kimi ekonomistler, dolaylı vergilerin bu denli yüksek olmasının kayıt dışı ekonomiyi de teşvik ettiğini savunuyor. Çünkü vatandaş, yüksek vergi ödememek için kayıt dışı çözümler arayabiliyor.
Vergi Yükünün Ekonomi Üzerindeki Etkisi
Vergi sadece devletin kasasını doldurmaz, aynı zamanda ekonominin yönünü de belirler. Yüksek vergiler tüketimi kısar, yatırımları caydırabilir ve üretim maliyetlerini artırabilir.
Tüketim: Türkiye’de yüksek KDV ve ÖTV oranları, vatandaşın tüketim alışkanlıklarını doğrudan etkiliyor. Örneğin otomobil almak isteyen bir vatandaş, fiyatın yarısının vergi olduğunu gördüğünde ya alımdan vazgeçiyor ya da ikinci el piyasasına yöneliyor.
Yatırım: İşletmeler üzerindeki vergi yükü ve istikrarsız vergi politikaları, uzun vadeli yatırım kararlarını olumsuz etkiliyor.
Enflasyon: Vergilerin özellikle enerji ve akaryakıt üzerinden alınması, maliyet enflasyonunu artırıyor. Bu da nihai ürün fiyatlarına yansıyarak hayat pahalılığını derinleştiriyor.
Bu kısır döngü hem devletin gelir artırma isteği hem de vatandaşın yaşam maliyetleri arasında giderek büyüyen bir gerilime yol açıyor.
Vatandaş Ne Hissediyor?
Sokaktaki vatandaşa sorulduğunda en sık duyulan şikâyet “maaşım yetmiyor, vergiler çok yüksek” cümlesi oluyor. Elektrik faturasındaki kalemler, akaryakıttaki ÖTV oranları, sigaradan alınan vergiler ve maaş bordrosundaki kesintiler bir araya geldiğinde, geniş bir kesim kendisini adeta “çifte vergi öder” durumda hissediyor.
Özellikle orta sınıfın vergi yükü altında ezilmesi, toplumsal yapıda ciddi sonuçlar doğuruyor. Orta sınıfın daralması hem ekonomik büyümenin sürdürülebilirliği hem de sosyal dengeler açısından riskli bir gelişme olarak görülüyor.
Çözüm Önerileri: Daha Adil Bir Vergi Sistemi Mümkün mü?
Vergi yükünün adil dağılımı ve ekonomiye katkısının artırılması için çeşitli öneriler öne çıkıyor:
Dolaylı vergilerin kademeli olarak azaltılması ve doğrudan vergilerin payının artırılması.
Gelir vergisinde daha güçlü artan oranlı sistemin uygulanması, yüksek gelirli kesimden daha fazla vergi alınması.
Kayıt dışı ekonomiyle mücadele için teknolojik altyapının güçlendirilmesi.
Vergi harcamalarının şeffaflaştırılması, vatandaşın ödediği verginin nereye harcandığını net biçimde görmesi.
Tüketim üzerindeki ağır vergi yükünün hafifletilmesi, özellikle temel gıda ve enerji kalemlerinde vergi indirimi yapılması.
Sonuç: Vergi, Bir Yük mü Yoksa Ortak Sorumluluk mu?
Vergi, demokratik toplumlarda vatandaş ile devlet arasındaki en somut bağdır. Ancak bu bağın güçlü ve sağlıklı olması için adalet duygusunu zedelememesi gerekir. Vatandaş vergisini verirken, bunun karşılığında nitelikli sağlık, eğitim, ulaşım ve güvenlik hizmeti almak ister. Eğer vergi yükü ağır, hizmetler ise yetersiz görünüyorsa, bu durumda toplumda güven erozyonu baş gösterir.
Bugün Türkiye’de vergi sistemi hem ekonomik sürdürülebilirlik hem de sosyal adalet açısından yeniden ele alınmayı bekliyor. Daha dengeli, adil ve şeffaf bir vergi politikası hem vatandaşın üzerindeki yükü hafifletecek hem de devlet-vatandaş ilişkisini güçlendirecektir. Çünkü unutulmamalıdır ki vergi, yalnızca devletin kasasına giren bir gelir değil; aynı zamanda toplumsal sözleşmenin en önemli unsurlarından biridir.