1919’dan bugüne kurtuluşun anahtarı Kemalizm

1919’dan bugüne kurtuluşun anahtarı Kemalizm

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk,
dört bir yanı işgal edilmiş, padişahın İngiliz’in elinde oyuncak olduğu
borç batağında, askeri gücü dağıtılmış bir devleti
küllerinden yeniden diriltti…
Yalnız adamdı, yalnızdı çünkü keskin fikirleri ve zekâsı komuta kademesindeki
silah arkadaşlarına bile zaman zaman ağır geliyordu.
Gerek cephede, gerek mecliste itirazlarla uğraştı…
“Kaybedersek beni şu ağaçta hemen asarsınız” dedi.
Sonuçta kazanmasını da bildi.
Kurtuluşun anahtarı ve lideri O’ydu.
Bunu düşman kuvvetleri de iyi biliyordu.
Türk Kurtuluş Savaşı zamanında İstanbul'daki rejim ve rejimin taraftarları,
Mustafa Kemal'in önderlik ettiği hareketi destekleyen herkesi,
küçümser bir yaklaşımla, "Kemalistler", "Kemalîler" ve "Kemalciler" olarak adlandırdı.
"Kemalîler" adlandırması Celalîlere bir atıftı.
Dış basın "Kemalistler" adlandırmasını Ankara merkezli hareketi ve
o hareketin silahlı gücünü belirtmek için "milliyetçiler" adlandırması ile eş anlamlı olarak kullandı.
Asia dergisinin Kasım 1923 sayısında Robert Dunn, Türk-Yunan savaşından:
“Anadolu'daki Yunan-Kemalist Savaşı” diye söz ediyor.
İşgalci İngiliz kuvvetleri, Anadolu’ya geçişlerde
Türkler, “Kemalist misin?” diye sorgulanıyordu.
İstanbul’dan ve Anadolu’ya giden her gemi, her vapur
İngilizlerin karakolu olan Kız Kulesi’nde durdurulur.
Bütün yolcular güverteye çıkartılır ve Kız Kulesi’nin penceresinde,
kapı aralığında her zaman bir ispiyoncu vardır ve
bildiği direnişçileri İngiliz askerlerine söyler.
Soru bellidir “Kemalist misin, değil misin?”
Tıpkı Galata’da olduğu gibi, tıpkı işgal karakollarının merkezi
Sansaryan Han’da olduğu gibi…
İşte Kemalist sözü buradan doğmuştur.
Kemalizm vatanın kurtuluşudur, direniştir…
Kemalist sözü ya da Kemalizm, direnişe taraf olup olmamak anlamına gelmektedir.
Ya işgalden yanasın, ya da bağımsızlıktan yanasın.
İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold'un 7 Ocak 1922 tarihli raporunda şu ifadeleri kullanır:
“Mustafa Kemal her zamankinden daha güçlü durumda…
Kemalistlerle anlaşmaya varılamaz, çünkü Anadolu'nun tam bağımsızlığını istiyorlar.”

Şöyle diyor tarihçi Ümit Doğan;
“Kemalist kavramını milli mücadele döneminde İngilizler ortaya attı.
O günden beri İngilizler de, İngiliz beslemeleri de sevmezler Kemalistleri.”

İngilizlerin “Kemalist Türk’ün infazı” notunu düştüğü bir fotoğraf var.

f3-b3tdwyaazmqz.jpegFotoğraftaki detaylar ise görenlere adeta o günleri yaşatıyor.
İnfaz gerçekleştirilirken infazı izleyenler arasında bir Osmanlı devlet görevlisi var.
İngiliz işbirlikçisi, milli mücadele karşıtı ve muhtemelen ispiyoncu.
Globe gazetesinin 26 Haziran 1920 tarihinde yayınladığı
“600 Türk İngilizler Tarafından Esir Alındı” başlıklı haberde
İzmit’te Britanya birliklerinin Kemalistlerin saldırılarını püskürttüğü,
İngiliz donanmasının top ateşiyle 1000 Türk’ü öldürdüğü ve
Essex Piyade Alayının Malta’dan yola çıktığı belirtiliyor.
Sunday Post gazetesinde de bir gün sonra yine İngilizlerin
600 Türk’ü esir aldığı yönünde bir haber paylaşılıyor.
Bu Türk esirler önce hayvanlar gibi dikenli tellerden yapılmış kafeslere konuldular.
Sonra İzmit Tersane Meydanı’nda kurşuna dizildiler.
Yaşananlara tanıklık eden Türk Yolu gazetesi sahibi
Mehmet Yüce yaşananları şöyle anlatıyor:
“İngilizlerin İzmit’imizi işgalleri sırasında bir takım masum kardeşlerimizi tutarak
İzmit’imizin Tersane Meydanı’nda kurşuna dizdiklerinin şahidi olduk.
Çünkü kurşuna dizecekleri zaman şehir içinde bulunan
serbest meslek erbabının zorunlu olarak dükkânlarını kapatır ve
Tersane Meydanı’na toplayarak kurşuna dizilenleri suçlu olarak göstererek seyrettirirlerdi.
Bu gibi çok acı ve elim hallerden ben otuz kadarının bizzat şahidi oldum.
Bu faciaların hiçbir medeni millete yakışır olmadığını o zamanlar anlamıştık.
Ellerinde ne silah ve ne de kesici aleti dahi bulunmayan
masum halkımız facialarla dolu acı günler görmüşlerdir.”

İzmir eski valisinin yeğeni ve eski bir subay,
Kemalistlerle fikir birliği içinde olduğu şüphesiyle hapiste tutuluyormuş.
Mahkemeye çıkarılmak istiyormuş, ama ümidi de yokmuş.
3 haftadır hapishanedeymiş, son iki haftadır da dizanteri hastasıymış.
Sürekli olarak doktor istiyormuş, ama henüz doktorun yüzünü bile görmemiş.
Hapishanedekilere günde yarım ekmek ve yetersiz miktarda su veriliyormuş.
Daha fazla su istiyorlarmış, ama verilmiyormuş.
Aylardan Ağustostu ve çok sıcaktı.
Hapishanenin sağlık şartlan çok kötüydü ve oda da hiç havalandırılmamış ve temizlenmemişti.
Taş zeminin üstünde birkaç yırtık ve kirli kilim parçalan hariç hiçbir örtü yoktu.
Kemalist avı vardı adeta…
Mustafa Kemal Atatürk, vatanın kurtuluşu için mücadele verirken,
Padişah eliyle, dinci gerici sözde hocalar eliyle ve İngiliz eliyle,
Kemalistlere savaş açılmıştı adeta.
Saray tarafından Mustafa Kemal’in tutuklanması emredilmiş,
Kuvayı İnzibatiye ordusu kurulmuş,
İngiliz uşağı sözde hocalar Milli Müdafacıların katlini fetva etmiş,
Ancak işgale karşı direnişe engel olamamışlardı…
Evet, vatan belli bir süreçten sonra tek vücuttu,
durum Anadolu için hiç de tozpembe değildi.
Yıllar içinde cepheden cepheye koşup durmuş askerlik mesleğindeki kişiler,
bu propagandanın etkisiyle hızla firar yoluna gidiyorlardı.
Firar edenlerin bir kısmı dağları mekân edinmişlerdi.
Bölgede güvenlik denilen şey kalmamıştı.
Askere alınabilenler; içi firar olaylarıyla âdeta boşaltılmış,
bir iskelet hâline gelmiş birliklerde eğitimden geçirilmeye çalışılıyordu.
Ancak kulaklara fısıldanan kışkırtmalar, sultan ve halifenin askerliği kaldırdığına ilişkin söylentiler
ve “fitne fesat” gibi nedenlerle askerden kaçışlar artıyordu.
Subay kadroları da yetersizdi.
Birinci Dünya Savaşı’nın pek çok cephesinde, Türk subayları âdeta erimişti.
Ardından da bırakışma ile birlikte kadroların lağvedilmesiyle bu yurtsever kişiler
oraya buraya savrulmuşlar; üstelik ittihatçılık gibi saçma bir suçlamayla karşı karşıya da kalmışlar
ve sanki bir günah keçisine çevrilmişlerdi.
Karşı propagandalar ise durmuyor; köşe bucak oraya buraya sızmış olan casuslar ve
bozguncular, üzerlerine düşen görevi layıkıyla yapmaya çalışıyorlardı.
Konunun özüne dönmek gerekirse;
Kemalizm, Anadolu’yu ayakta tutan fikirdi.
Bugün Kemalizm farklı yorumlara ve kimilerinin elinde oyuncak olmaya terk edildi.
“Kemalistim” diyenler vatan düşmanlarıyla el ele tutuşur hale geldi.
Bayrakta gözü olanla vatan toprağının bütünlüğünde gözü olanla
bir Kemalistin yan yana gelmesi mümkün dahi olamaz!..
Mustafa Kemal’in kurduğu parti Kemalist ilkelerden sapmış durumdadır.
Bugün, iktidarın ekmeğine her fırsatta yağ süren,
bitmek bilmeyen skandallarla gündemden düşmeyen,
danışmanından, milletvekiline içinde barındırdığı insanlarla
krizlere sebep olan, kaybetmeye mahkûm bir parti vardır.
Ne diyor tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı:
“Kemalizm kutsaldır. Laf eden elenir.
Başınız sıkışınca Anıtkabir’e koşuyorsunuz.
O zaman sahip çıkın kardeşim.
Bir kere partilerin düsturu bu olacak.
Kemalist misin? Kemalistsin imtihanı geçiyorsun.”

Kemalizm, akıl ile bilimi temel alır ve bilim toplumu oluşturmak ülküsüyle hareket eder.
Böylece geri bırakılmış Türk toplumunu, gelişmiş toplumların seviyesine çıkartmayı ve
bu düzeydeki toplumların da en üst temsilcisi yapmayı amaçlar.
Kemalizm, taklide dayanmaz tetkike dayanır.
Milletin öz değerlerine ulaşmayı hedefler.
Atatürk, ülkenin bugüne kadar geçirdiği buhranların ve felaketlerin nedenini:
Avrupa’yı taklit etmek, devlet işlerinde kişi yönetimini egemen kılmak,
hatta Kanun-u Esasiyi kişisel ihtiraslara oyuncak etmek gibi
basiretsizliklerin yol açtığı kötü durumlara bağlıyordu.
Bunun böyle olduğuna ilişkin kamuoyu algısının da mevcut olduğuna dikkat çekiyordu ve
“Millet… bizi buraya beş kişinin eline milleti terk edelim diye göndermemiştir…” diyordu.
Batılı bilim insanları 1930'larda Atatürk'ün devrimlerini ve ilkelerini
“Faşizm”, “Komünizm“ ve “Nazizm” dışında
üçüncü bir yol olarak “Kemalizm” diye adlandırdılar.
Türk Tarih Kurumu tarafından hazırlanan ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihini anlatan
“Tarih IV” adlı kitabın son cildinde, Atatürk ilkelerinden “Kemalizm” diye şöyle söz edildi:
“İşte yabancı yazarların Büyük Milli Reisin adına nispetle ‘Kemalizm' dedikleri
Türk inkılâp hareketinin temel prensipleri bunlardır.
Bu prensiplere dayanan devlet sistemi Türk milletinin tarihine,
ihtiyacına, içtimaî bünyesine ve ülküsüne en uygun olduğu kadar,
bütün dünyadaki sistemler içinde de en sağlam ve en mükemmel olanıdır.”

Bu Cumhuriyeti kuranların ortak adıdır Kemalist!..
Bu vatan için yürüyendir, Kemalist!..
Kemalist, İstiklal Marşı okunurken gözyaşı döken Ebrar Karakurt’tur,
Melissa Vargas’tır,
Eda Erdem’dir,
Gizem Örge’dir,
Simge Aköz’dür,
Zehra Güneş’tir Kemalist, bu milletin bayrağını göndere çektiren gençlerdir.
Ne diyor Gazi Paşa:
"Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir.
Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir."

YouTube kanalıma abone olmayı ve bildirimleri açmayı unutmayın:
Erdem Avşar (UluTürk) - YouTube

Yazarın Diğer Yazıları