Einstein’ın mektubu ve beyin göçü alan Atatürk’ün cumhuriyet vizyonundan bu günlere

Einstein’ın mektubu ve beyin göçü alan Atatürk’ün cumhuriyet vizyonundan bu günlere

"500 yıl önce İstanbul'u kuşattığımız zaman
Bizanslı bilginlerin İtalya’ya göç etmelerini önleyememiştik.
İşte bugün Avrupa'dan rövanşı alıyoruz."
demişti
Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip…
Türkiye’yi 1930’lu yıllardaki üniversitelerin yapısını değerlendirmek gerekirse
öğrenim durumunu dönem dönem ele almamız daha anlamlı olacaktır.
İlk olarak karşımıza 1925 yılında kurulan Ankara Hukuk Mektebi daha sonra
1926’da faaliyete geçen Gazi Eğitim Enstitüsü ve
1930’da kurulan Ziraat Enstitüsü karşımıza çıkmaktadır.
Bu okul, tamamı Alman bilim insanlarından oluşan bir ekip ile çalışıyordu.
Ziraat Fakülteleri Almanya ile aynı eğitim sistemini benimsemiş
kısa bir süre sonra yani reform ile Yüksek Ziraat Enstitüsüne dönüştürülmüştür.
1933‘te gerçekleşen Üniversite Reformu
bir dizi gelişmenin sonucu olarak ortaya çıkmış,
Almanya’dan gelecek akademisyenler kurulacak
İstanbul Üniversitesi için çok fazla önem arz edecektir.
Albert Einstein, 17 Eylül 1933 tarihinde Türkiye'ye bir mektup göndererek
40 Yahudi bilim insanının Türkiye'de idame edilmesi talebinde bulunmuştur.
Mektubun gerçekliği, 1949 yılında Princeton Üniversitesi'nde öğrenci olan
Münir Ülgür tarafından da doğrulanmaktadır.
Ülgür'ün anlattığına göre Einstein şöyle demiştir:
“Biliyor musun, sizin ülkeniz asrın en büyük liderini yarattı.”
ve 1930’lu yıllarda Atatürk’ten de Türkiye'deki bir üniversitede
eğitim vermek için davet aldığını açıklamıştır.
Albert Einstein’ın mektubu Eğitim Bakanlığı’na ithafen yazılsa da
mektup dönemin Başbakan’ı İsmet İnönü’ye iletilir.
Almanya ile ters düşmek istemeyen İnönü, bilim insanlarının
maaşlarının yüksekliğini gerekçe göstererek
Einstein’ın teklifini reddeden bir cevap yazdırır.
İsmet İnönü'nün ret kararından kısa bir süre sonra bu haber ve
Einstein'dan gelen mektup Mustafa Kemal Atatürk'e ulaştı.
Böyle bir talebin reddedilmesini kabul edilemez olarak gören Atatürk,
derhal başbakanı, Eğitim Bakanlığı'nı ve
Dr. Sami Günzberg'i bir araya getiren bir toplantı ayarladı.
Einstein'ın teklifinin kabul edileceğini açıkladı.
Hemen bir davet mektubu hazırlandı.
Kaleme alınan davet mektubu, sadece adı verilen 40 bilim insanını değil,
tüm bilim insanlarını kapsayacak şekilde genişletildi.
Mektupta, Türkiye Cumhuriyeti'nde yükseköğretimin yeniden yapılandırıldığından,
bu bilim insanları için özgür ve verimli bir ortam yaratılacağından bahsedildi.
Türkiye gelecek akademisyenler için herhangi bir kısıtlama getirmez.
Gelen bilim insanlarıyla sadece şu şart koşularak gelmeleri talep edildi;
İlk önce tercüman ile derslere girecekler ama
kısa sürelerde Türkçe öğrenip dersleri Türkçe olarak verecekler ve
böylelikle yeni yetişecek akademisyenler onların yerlerine geçecekti.
İlk olarak 1931 yılında 56 yaşındaki Albert Malche Türkiye’ye davet edilir.
Malche’ın mektubunu Mustafa Kemal’in onayıyla Dr. Reşit Galip hazırlamıştır.
1 Ağustos 1933 günü açılan ilk modern Türk üniversitesindeki
profesörlerin çoğunu yabancılardan oluşur.
1933’te 65 öğretim görevlisinden 38’i yabancı, 27’si Türk’tü ve
yabancıların büyük kısmını da Almanya’dan gelen göçmen hocalar teşkil ediyordu.
Bu sadece Prof. Malche’nin planlamasının icabı olarak değil,
Alman hocaların gelişi nedeni ile de böyle olmuştu.
1933 yılında Hitler’in şansölye olmasıyla birlikte
üniversitelerde eğitime veren birçok akademisyenin diplomalarına el konulmuştu.
Alman akademisyenler kendilerini kabul edecek ülke aramaya başladılar.
İsviçre, Hollanda, Fransa gitmeyi düşündükleri ülkeler arasındaydı.
Türkiye bu yıllarda üniversite reformunu gerçekleştirmeye çabalıyordu.
Almanya’daki baskıcı atmosfer Üniversite Reformu için büyük bir şans olmuş,
çok sayıda kütüphaneler kurulmuş, laboratuvarlar açılmıştır.
İlk gün başvuru sayısı otuz iken diğer kurumların da talepleri ile sekiz yüze kadar ulaşır.
Türkiye, dünyada Amerika’dan sonra en çok sayıda
Alman profesörü kabul eden ülke haline gelmişti.
Türkiye bu bilim insanlarına adeta kucak açmış tarihteki korkulan
Türk imajının yerine sarıp sarmalayan, korumacı bir millet imajına bürünmüştür.
O bilim insanlarından bazıları şöyle:
Alfred Kantorowicz;
Philipp Schwartz
Hans Reichenbach
Walther Franz
Von Aster
Albert Eckstein
Zuckmayer
Holzmeister
Carl Ebert
Paul Hindemith
Dessauer
Rudolf Nissen
Erich Frank
Von Hippel
Von Mises
Fritz Arndt
Finlay Freundlich
Clemens Bosch

Çağdaş Türkiye'nin mimarları…
Onlar eğitim, özellikle de üniversite reformlarında
Atatürk'ün beyin takımını oluşturdular.
Bu aydınların ülkeye yerleşmesi
muhteşem derecede bir bilgi ve kültür aktarımına sebep olmuştu.
Akademik dünyanın en iyilerinin gelişiyle İstanbul Üniversitesi adeta
en iyi Türk-Alman üniversitesi olmuştu.
Türkiye'de bir profesör 150 lira aylık alırken,
yabancı profesöre 500-800 lira aylık verildi.
Bu miktar, milletvekili maaşlarının üç katıydı.
Yoksul bütçeye karşın bu denli yüksek ücret ödenmesi,
o günkü yöneticilerin bilime ve aydınlanmaya verdikleri önemin bir göstergesiydi.
Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip, Prof. Philipp Schwartz'la
çalışma koşulları ve ücret konusundaki anlaşmayı imzalarken
yaptığı konuşmada şu anlamlı sözleri söylemişti:
"Biz fakir bir ülkeyiz. Sizlere layık olduğunuz ücretleri veremiyoruz.
Ancak Mustafa Kemal'in kurduğu genç Türkiye Cumhuriyeti’nde
sizler yeni bir bilimsel uyanış açacaksınız.
Burada doğacak yeni bilimin feyizli ışıkları bütün dünyayı aydınlatacaktır.
Bilim ve yöntemlerinizi getirin, gençlerimize bilginin yollarını gösterin."

Nazi Almanya’sından göç ile başlayan bu serüven,
genç Türkiye’de canlanması gereken üniversite yaşamına enerji katmıştır.
Çünkü bu bilim insanları görevlerini bir namus borcu bilmişler,
canla başla çalışarak katkı sunmuşlardır.
Bu göçle birlikte Türkiye’ye gelen bilim insanlarından
Ord. Prof. Fritz Neumark ne demişti:
“Türkler pek farkında değil; ama Avrupalılar şu gerçeğin farkındadır.
Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih diye bir şey kalmaz.”

Besim Turhan,
Münevver (Arsan) Yenerman,
Süreyya Tanay,
Bedrettin Pars,
Kemal Akgüder
Türkiye’de patoloji alanında başarısı bilinen ve
Philipp Schwartz’ın yetiştirdiği insanlardan sadece birkaçıdır.
Philipp Schwartz, 1927-33 yılları arasında aynı enstitüde
Genetik Patoloji ve Patoloji Anatomisi dalında profesör olarak görev yapmış,
Nazi rejimi uygulamalarından dolayı Mart 1933’te
İsviçre’ye kaçmak zorunda kalmıştır.
1933-45 yılları boyunca, kendisinin kurduğu
Yurtdışındaki Alman Bilim Adamları için Acil Yardım Birliği’nin başkanlığını yürütmüştü.
Ekim 1933’te ilk görüşmeler için aldığı çağrıyla Türkiye’ye gitmiş ve
süreç içinde 200 civarında bilim insanı ve çeşitli sanat dallarından göçmenlerin
Türkiye’ye gelişini sağlamıştı.
Schwartz, 1939 yılında kendisi ve ailesi için
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmek için başvuruda bulunmuştur.
Bu talebi ancak 28.04.1948 tarihinde karşılanmıştır.
Fakat Türk vatandaşlığına geçmesiyle, Türkiye’de çalıştığı dönemler de dâhil,
emeklilikte tüm haklarının kaybı söz konusudur.
Bunun adil bir uygulama olmadığına dair birçok yazışma gerçekleştirmiş olsa da
durumda herhangi bir değişiklik olmamıştır.
19.10.1948 tarihinde İstanbul Üniversitesi’nde Ordinaryüs Profesör unvanını almıştır.
1950 yılında, Amerika Birleşik Devletleri Massaschussetts Eyalet Yönetimi’nden,
Wrentham State School’un Akıl Hastalıkları Hastanesi Araştırma Merkezi’nde
yeni doğanlarda doğum travmaları nedenli kalıcı beyin hasarları konusunda
bir yıl süreyle araştırma yapmak üzere davet edilmiştir.
Amerika’da geçirdiği bu bir yıllık araştırma süresi sonunda döndüğünde,
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı’na,
emeklilik hakları konusundaki sorunların çözülmemiş olmasından dolayı,
görevinden istifa etmek zorunda kaldığını bildirmiştir.
Yapılmış araştırmalar, Schwartz’ın, 1952 ve 1958 yıllarında
Almanya’nın Hakların İadesi Yasası kapsamında üniversitedeki
eski kürsüsüne dönmek için başvuruda bulunduğunu,
fakat yaşının gerekçe gösterilerek, talebinin geri çevrildiğini göstermektedir.
Amerika’da ise, 82 yaşına kadar, çalıştığı birimi yönetmeye devam etmiş,
83 yaşında da vefat etmiştir.
Frankfurt Goethe Üniversitesi, Nazi rejimi doğrultusunda işten çıkardığı ve
onlara geri dönmeleri için gerekli imkânları zamanında tanımadığı akademisyenlerden
özür dilediği bir töreni 2014 yılında gerçekleşirmiştir.
Aynı törende, Tıp Fakültesi bahçesinde Philipp Schwartz için
bir anıt açılışı da gerçekleştirilmiştir.
İstanbul Üniversitesi ise 1973 yılında kendisine Şeref Doktoru unvanı vermiş,
2002 yılında Avicenna Madalyası ile onurlandırmak suretiyle anmıştır.
Türk vatandaşlığına geçen Schwartz’ın emeklerine
Atatürk sonrası Cumhuriyet maalesef ihanet etmiştir.
Atatürk için eğitim, halkın eğitimi her şeyden önemliydi.
O ki; cephede dahi eğitim sistemi üzerine kafa yoruyor,
eğitimle ilgili şu sözleri söylüyordu:
“Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça,
savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin,
o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir.”

Gel gelelim Cumhuriyet’in kurucusunun eğitime verdiği bu önem
vefatının ardından yıllar içinde yerle yeksan oldu.
Günümüze geldiğimizde ise ilk yıllarında beyin göçü alan
Cumhuriyet, beyin göçü verir oldu;
hem de ülke yöneticilerinin umursamaz teşvikleriyle…
TÜİK her yıl Uluslararası Göç İstatistikleri yayımlıyor.
Kurumun 6 Nisan 2023’te 2021 yılına ilişkin yayımladığı verilere göre
Türkiye’den yurt dışına 287 bin 651 kişi göç etmiş bulunuyor.
Türk Tabipler Birliği’nin 2 Ocak 2023’te yaptığı açıklamaya göre
İyi Hal Belgesi talep eden ve belge verilen hekim sayısı
2022’de 2021’e kıyasla yüzde 91 artış göstererek 2 bin 685 oldu.
Veriler daha da uzatılabilir ama burada buna lüzum görmüyorum…
Yap-boz sistemiyle perişan edilen ve
tarikat cemaatlerin okullarda kol gezdiği eğitim sistemi ise cabası!

Yazarın Diğer Yazıları