Adalet ve liyakat üzerine…

Adalet mülkün temelidir. Temel olmazsa tabii ki en ufak bir sarsıntıda ülke harap olur, bülbüllerin yerini baykuşlar alır. Bunun içindir ki başta Osman Gazi olmak ilk üç padişah, kendilerinden sonra padişah olacaklara bıraktıkları vasiyetlerde "adalet" üzerinde ısrarla durmuşlardır. Söz konusu vasiyetlerden birkaç beyit:

"Adl ile bu âlemi âbâd kıl//Resm-i cihâd ile beni şâd kıl." (Osman Gazi)

"Çü istiklâl buldun saltanatta//Adalet eyle dâim memlekette." (Orhan Gazi)

"Adl ki sermâye-i şâhîdürür//Mevhibe-i fazl-ı İlâhîdürür." (Murat Hudavendigâr)

Ülkede adaleti sağlamak elbette üst düzey yöneticilerin görevidir. Bu konuda atılacak ilk adım da devlet çarkını döndürecek kişilerin atamaları yapılırken sadakati değil, liyakati esas almak olmalıdır. Yanınızda, gerektiği zaman "Efendim yanlış yapıyorsunuz" diyebilecek dirayette insanlar yoksa hele hele bir de doğru mu yanlış mı olduğuna bakmadan her icraatınızı alkışlayan "Ne güzel düşünmüşsünüz efendim, Allah sizi başımızdan eksik etmesin" diyenler çoksa orada hak ve adaletin olabileceğini düşünmek abes olur.

Ne yazık ki eskiden beri yöneticilerimiz liyakat konusunda gerekli hassasiyeti göstermemişlerdir. 16. yüzyılın meşhur şeyhülislamı Kemâl Paşazade (ö. 1534) bile önemli makamlara yapılan tayinlerde liyakate bakılmadığından şikâyet eder:

"Mansıbda bir olsa dahi ger âlim ü câhil//Zâhirde müsâviyse hakikatte bir olmaz//Altın ile farzâ ki beraber çekile seng//Vezn içre bir olmak ile kıymette bir olmaz."

(Yüksek makamlara atama yapılırken her ne kadar âlim ile câhil eşit görülse de hakikatte eşit değildir. Nitekim [bir kilo] altın ile [bir kilo] taş tartıda bir olsa da kıymette bir olmaz.)

Ehil insanlar değil de câhil dalkavuklar göreve getirilirse yani işin başında haksızlık yapılırsa sonrasında hak ve adalet olmaz.

Bu konuda bir başka şair de şöyle der:

"Mâni-i devlet olur âdeme ifrât-ı zekâ//câh-ı ikbâlde mecnun ile âkıl birdir.

Kuvvet-i tâli''e bak istemez istîdâdı//Mansıb-ı devlete nâ-kâbil ü kâbil birdir." (Benlizade İzzet)

(Çok zeki olmanız, yüksek makamlara gelmenize engel olur. İkbâl koltuğuna oturacaklarda deliymiş akıllıymış aranmaz.

Talihe bak ki yüksek memuriyetlerde yeteneğe bakılmaz. Liyakatli olanla liyakatsiz olan birdir.)

Emanetin ehline verilmediğinden şikâyet edenler sadece şairler değil elbette. III. Selim (Saltanatı: 1789-1807) padişah olunca sadrazama gönderdiği fermanda (mealen) şöyle der:

"Zulmün artmasından dolayı ülke harap oldu. Halkın âh u feryadı göklere çıktı. Ahalide dayanacak güç kalmadı. Kadıların, voyvodaların, ayanların yapmadığı zulüm kalmadı. Bunlar, emanetin ehline verilmemesinden oldu."

Tarihçilerin verdiği bilgiye göre, Osmanlı İmparatorluğunda liyakatin ortadan kalkmaya başlaması Kanuni Sultan Süleyman''ın (Saltanatı:1520-1566) son yıllarından itibaren başlamış, sonra gelen padişah ve vezirler bu çürümeyi ortadan kaldırmak için gayret sarf etmişlerse de pek başarılı olamamışlardır. Ve maalesef söz konusu hastalık günümüzde de devam etmektedir. Yapılan atamalarda liyakatin değil, sadakat ve itaatin ön planda olduğunu kim inkâr edebilir?

Hâlbuki yüce kitabımız Kur''ân''da:"Şüphesiz Allah, emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder" (Nisâ sûresi, âyet: 58) buyurulmaktadır. Buradaki emaneti ehline vermekten maksat tabii ki ehil insanları göreve getirmektir.

Kısacası; tarihimiz de gösteriyor ki hak, adalet ve liyakatten uzaklaştığımız için iki yakamız bir araya gelmemiştir. Emin olun, devlet yönetimine dalkavukları değil, liyakatli insanları getirin, gerisi kendiliğinden hallolacaktır.

 

ACZİMİN GİRYESİ:

 

LİYAKAT VE SADAKAT

Ülke batar; yönetimde hep sadakate bakılırsa,

Liyakat  sahibi  hakperestler  itilip  kakılırsa.

                                              (Li-müellifihî) 

 

Yazarın Diğer Yazıları