Hesap vermek yahut hesap sormak

Hesap vermek yahut hesap sormak

Maalesef bizde hesap verme yahut hesap sorma geleneği yok. Özellikle devlet yönetiminde, yapanın yaptığı yanına kâr kalıyor. Maliyeyi batıran, tarımı bitiren bakanlardan hesap soran oldu mu? “Yanlış yaparsam hesabını veremem” diye bir endişe olmayınca da devlet “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra” anlayışıyla yönetilecektir şüphesiz. Ben diyorum ki hiç olmazsa biz yazarlar zaman zaman okuyucularımıza hesap verelim -sanmıyorum ama- bakarsın bir ders alan çıkar…

Birkaç ay önce masamda yayımlanmayı bekleyen dört kitap olduğunu, bunları yayına hazırlayabilmek için bir müddet yazılarıma ara vereceğimi söylemiştim. Kitapların akıbeti ne oldu diye soranlar için anlatayım, yani hesap vereyim.

İtiraf edeyim ki o dört kitap taslağından ikisine hiç el süremedim. Üniversite hocalığım sırasında sunduğum bildiri ve yazdığım bilimsel makaleleri topladığım “Türk-İslâm Edebiyatı Üzerine MAKALELER” adlı çalışmam “Dinî Edebiyatımız”, “Hüsniyat Edebiyatı”, “Kitaplar Arasında” bölümlerinden oluşuyor ve metinler hazır. Yani çalışmanın %80’lik kısmı tamam…

Hatıralarımdan oluşan “Anılar ve Acılar” kitabına gelince… 35 yaşıma kadar olan kısım yazıldı. Cahit Sıtkı “Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder” dediğine göre yolun yarısını kat ettik Allah’a şükür. Ama düzenli bir “günlük” tutamamış olmanın acısını çekiyorum. Ve bilhassa gençlere “Aman günlük tutmayı ihmâl etmeyin” diye çağrıda bulunmak istiyorum. Gençler! “Benim yazdıklarımdan ne çıkar? Tuttuğum günlüğün ne değeri olacak?” demeyin. Emin olun, yazdığınız her cümle günün birinde tarihî bir vesika olarak karşınıza çıkacaktır.

Sözü fazla uzatmadan “Anılar ve Acılar” adını verdiğim hatıralarımdan bir pasaj sunmak isterim ki kitap yayınlanmaz da kaybolup giderse belki bir işaret taşı olabilir:

Kulağımda Yankılanan İlk Ses

Geriye dönüp baktığımda; çocukluğumdan kalma kulağımda yankılanan ilk sesin, 46 yaşındayken 1958’de vefat eden babamın ardından -ben henüz dört yaşındayım- annemin “teyzem oğlu” nakaratıyla biten ağıtları olduğunu görüyorum. Annemin bu acıklı feryadı ruhumda o kadar derin iz bırakmış ki takriben 40 yıl sonra yazdığım bir dörtlükte o feryat şöyle tezahür etmiştir:

“Bin dokuz yüz elli dörtte Mut’ta doğdum//Kulağımda yankılanan ilk ses ağıt//Dilerim hayatımı çerçevelesin//Acı, ıstırap, kalem ve kâğıt.”

Kulağımda yankılanan ilk ses annemin ağıtları olsa da çocukluğuma dair anılar bebekliğime kadar gider. Bunlardan en eski olanları şöyle:

Yaylamızda (Mut-Derepazarı) “Sayharman” dediğimiz bir yer var. Yazın oraya çadır kurmuşuz. Ben henüz iki aylıkmışım. Öğleye doğru annem beni emzirip bir taşın gölgesine yatırır ve ağabeyim Habip’e (ağabeyim o zaman 8-9 yaşlarında) “Ben davarımızı sulamaya gidiyorum, çocuğa bak” deyip gider. Çocuk bu ya, ağabeyim de beni unutur, oynamaya gider. Öğleden sonra gün dönünce güneş yüzüme vurup yakmış. İkindin annem gelir, bir de bakar ki yüzüm kıpkırmızı… Ortalıkta Habip yok. Tabii, bir müddet sonra yüzümün derisi pul pul kavlamış.

Yine rahmetli annem anlatırdı. Bendeniz dört aylıkken başımda yara çıkmış. Etraftan “Kâbe Pınarı”nın (Yaylamız Derepazarı civarında [Ulamalı] soğukluğuyla meşhur bir çeşme) suyuyla çimdirsen geçer demişler. Annem sabah erkenden bir tencere alıp çeşmenin yolunu tutmuş. Suyun başına gelince “Şayet suyu ısıtırsam, yaraya faydalı olacak madde belki zarar görebilir” diyerek beni doğrudan sopsoğuk akan oluğun altına tutmuş, tutması ile birlikte bayıldığımı görünce birden “Kurban Allah!” deyip kucağına almış. Neden sonra ayılmışım, annem büyük bir telaş içinde eve dönmüş. “Koyun, keçi ne olursa olsun ilk karşıma çıkan hayvanı kurban edeceğim” demiş. Eve geldiğinde onu sürmeli koçumuz karşılamasın mı? Komşular, “Tohumluk koç kesilmez, başka bir canlı kes” dedilerse de annem dinlemeyip hemen koçu kurban etmiş… Sizin anlayacağınız talihsizlikler ben dünyaya gözlerimi açar açmaz başlamış.

**

Demem o ki, medenî milletlerde hesap vermek ve uygun bir dille hesap sormak hayatın bir parçasıdır. Yöneticilerin hesap vermediği, halkın da hesap sormadığı bir toplumda hak, hukuk, adalet aramak abesle iştigalden başka bir şey değildir. Bana sorarsanız, hesap vermekten ve hesap sormaktan korkmayalım. Ha, şunu da unutmadan ilave edeyim: “Aman hatıralarınızı yazmayı ihmâl etmeyelim.”

ACZİMİN GİRYESİ:

Dürüst insan hesap vermekten kaçınmaz,

Hatta hesap sorulsun ister, gocunmaz.

(Li-müellifihî)

Yazarın Diğer Yazıları