Ak yüz, kara yüz...

Atalarımız “yüz, ahlâkın (huyun) aynasıdır” der. Gerçekten öyle... Bir insanın hoşgörülü mü, fanatik mi, zâlim mi, mazlûm mu, alçak gönüllü mü, kibirli mi, arsız mı, hırsız mı, sevimli mi, sevimsiz mi vs. olduğunu yüzüne bakarak anlayabiliriz. Yani kişinin karakteri bir şekilde yüzüne yansır.

İnsan tabiatını tanımada ayna rolü oynayan “yüz”le ilgili dilimizde birçok atasözü ve deyim oluşmuş. İşte onlardan birkaçı:

Yüz akı: Utanmayı gerektiren bir durumun olmaması hali.

Yüz karası: Utanmayı gerektiren şey.

(Bir işten) Yüz akı ile çıkmak: Biri, işi başarı ile tamamlamak.

Yüz verince astarını da istemek: Karşısındakinin ilgisinden cesaretlenip şımararak daha fazlasını istemek.

Yüzü pek: Karşısındakine güç gelebilecek bir şeyi sıkılmadan söylemek.

Yüzüne gülmek: Birine, içinden gelmediği halde iltifat etmek...

Yüzüne bakamaz olmak: İşlediği bir hatadan dolayı karşısına çıkamaz olmak.

Yüz yüze bakmaya yer bırak: Başkası hakkında konuşurken olur-olmaz şeyler söyleme, yarın yüz yüze gelir ve utanırsın.

Yüzüne gül, anasını ağlat: Sahte iltifatlarla insanı kandırıp sonra yüz üstü bırakma.

Doğrusu, bu tabirlerle anlatılmak istenen hakikatler seçim sonuçlarının netleştiği şu günlerde daha iyi anlaşılmaktadır.

Evet, seçimden yüz akıyla çıkanlar olduğu gibi seçim faaliyetleri esnasında utanılacak davranışlar sergileyenler de oldu. Halkın iyi niyetini kötüye kullananlar, rakipleri hakkında uygunsuz sözler sarf ederek bir daha birbirlerinin yüzüne bakamayacak hale düşenler, hatta seçmenin yüzüne gülerek oyunu alıp sonra onları yüz üstü bırakanlar... Daha neler neler! Ama -ister seçen, ister seçilen açısından- genel havaya bakıldığında herkes başarılı. Diğer bir ifade ile kaybedeni olmayan bir seçimi daha yüzümüzün akıyla geride bıraktık. “Yüzümüzün akı” deyince aklıma şu hikâye geldi: 

Anlatıldığına göre bir Ağa çiftlikteki 100 kuzusu için bir çoban tutar ve bir aylığına seyahate çıkar. Ay sonunda çiftliğe gelirken kapının önünde bir kuzu derisi asılı olduğunu görür. “Kuzulardan birisi ölmüş her halde” diye düşünür. İçeri girer. Çoban, önünde bir yoğurt tabağı, yemek yemektedir. Hoş-beşten sonra Ağa  “kuzular ne durumda, ölüp kalan var mı?”  diye sorar. Çobanın verdiği cevap şöyledir:               

Yağmur yağdı gök çatladı, 72’sinin ödü patladı. Kayadan uçtu baş toklu. Ardından gitti beş toklu. 10’unu verdim kasaba,10’unu da katma hesaba. Kurt kaptı birisini, birisinin de getirdim derisini. (72+1+5+10+10+1+1=100)

Kuzuların tamamının ölmüş olduğunu anlayan Ağa sinirlenerek çobanın önündeki yoğurt dolu tabağı çobanın yüzüne çarpar. Çobansa hiç istifini bozmadan şöyle der: “Şükür, yüzümüzün akıyla bu işi de hallettik”.

Hikâyede olduğu gibi yüzümüzün akı sahte (yoğurt) olmasın sakın...

Kısacası; insanın karakteri yüzüne yansır. Ama görene, köre ne! Bakalım  “Kimi yüzlerin ağardığı, kimi yüzlerin de karardığı”  (Âl-i İmrân/106) günde kim sevinecek, kim üzülecek.

Son söz şairin:

“Mahşer günü bütün uzuvlar dile gelip konuşacak//Yüzümüz ak mı, kara mı asıl o gün belli olacak.”

Yazarın Diğer Yazıları