Bağırmak...

Bilindiği üzere “ümmî”, okuma yazma bilmeyen demektir. Ancak nice ümmî vardır ki değme okumuş yazmışı cebinden çıkarır. Televizyonda siyasetçilerin bağıra çağıra konuşmalarına içerleyip “İmkânım olsa bağırarak konuşmayı yasaklardım” diyen Hatice ninemiz de bu ümmîlerden biridir. Yazık ki ülkeyi yöneten veya yönetmeye talip olan bu okumuş yazmış insanlar Hatice nine kadar basiret gösteremiyorlar.

İnsanlar sakin sakin konuşarak meramını anlatmak dururken niye bağırırlar bilmem. Atasözümüz açık: “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşırlar.” Dikkat ederseniz  “insanlar bağıra bağıra anlaşırlar” denilmiyor, “konuşa konuşa anlaşırlar”  deniliyor. Peki, bu bağırmak da nerden çıktı?

Bana sorarsanız “bağırmak” cahilliğin işaretidir. Fikirleri olan, söyleyecek sözleri bulunan kişiler bağırmaz; düşüncelerini tek tek anlatır. Bütün derdi mesajlarının muhataplarına ulaşıp ulaşmadığıdır. Bunun için dinleyicilerinin gözlerine bakar, bir parıltı varsa ne âlâ, yoksa sözlerini bir daha, bir daha tekrar eder. Fakat insan cahilse, söyleyecek fazla bir şeyi yoksa bağırarak çağırarak bu eksikliğini kapatmaya çalışır. Bir de her söylediğini, doğru olup olmadığına bakmadan avuçları patlarcasına alkışlayan yüzbinler varsa, değme keyfine, bağırdıkça bağırır.

“Yüzbinler” deyince aklıma geldi. Hz. Peygamberimiz  “Veda Hutbesi” nde yüz bini aşkın kalabalığa hitap etmişti. Ama bağırarak çağırarak değil. Tane tane söylüyor ve her cümlesi belli aralıktaki insanlar tarafından tekrarlana tekrarlana yüzbinlere ulaştırılıyordu. Alkış malkış da yoktu.

Ayrıca “Tur Dağı”nda C. Allah ile “konuşma”sından dolayı Hz. Musa da “kelîmü’llah” sıfatıyla anılmaktadır. Yani “konuşmak” başta Peygamberlerin ve bilge insanların yoludur, bağırmaksa cahil ve oy avcısı politikacıların...

Bu noktada, Mehmet Çınarlı’nın yıllar önce Makedonya’da düzenlenen “Struga Şiir Akşamları Festivali”nde şahit olduğu komik, komik olduğu kadar da düşündürücü bir “bağırıp çağırma olayı”nı kendi ifadeleriyle aktarmak istiyorum:

“... Toplantının sonuna doğru kürsüye gelen uzun siyah sakallı bir şair, öfkeli ve kızgın bir tavırla, yumruklarını sıka sıka bağırıp çağırmaya başladı. Anlaşılan ateşli bir ihtilâl şiiri okuyor, birtakım kimselere tehditler savuruyordu. Tam o sırada, sahibinin kucağından fırlayıp ortaya çıkan bir köpek, şairin karşısına geçip aynı tonda havlamaya başladı. Bu komik manzara karşısında kimse kendini tutamadı. Neye uğradığını anlayamayan şair de, okumasına bir süre ara verip gülüşmelerin bitmesini bekledi. Yeniden şiir okumaya başladığı zaman, ses tonunu oldukça azaltmış, hareketlerini tabiiye yaklaştırmıştı.”

Bence o minik köpek o gün orada havlarken, salonda bulunanların birçoğunun düşünüp de ifade etmekten çekindiği şu gerçeği haykırıyordu şairin suratına: “Be kardeşim, ne bağırıyorsun öyle, herkes oturmuş kuzu kuzu seni dinliyor. Söyleyecek bir sözün varsa söyle, bağırmanın ne âlemi var?”

Keşke böyle cesur, gözünü budaktan esirgemeyen köpekler bizim ülkemizde de olsaydı... Belki o zaman kimi insanlar “bağırmak”tan vazgeçip “konuşma”ya yönelirlerdi. Ama heyhât! Nerde bizde öyle cesur köpekler?.. Hepsi yal peşinde...

 

Yazarın Diğer Yazıları