Cumhuriyetin 100. yıldönümünde aramızdaki iç savaş!

Cumhuriyetin 100. yıldönümünde aramızdaki iç savaş!

Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yılına girdik. Ah Osmanlı vah Osmanlı diyenden geçilmiyor.

Düşünebiliyor muşsunuz, Recep Tayyip Erdoğan, tartışılacağını bile bile Türk donanmasını “Vahdeddin Köşkü”nden selâmlamak istedi. Tevil götürmez gerçek: Öncelik Osmanlı’dır ve öncelik Vahîdettin’dir.

Mustafa Kemal Atatürk’ü hiçleştirmek isteyenler, onu Millî Mücadele’yi başlatan lider değil; bir isyankâr görürler. Onlara göre; Osmanlı’nın yıkılışının yolunu açmıştır. Sanırlar ki, tam tamına “şeriat” vardı, tam tamına “halifelik” vardı, M. Kemal çıktı, şeriatı da halifeliği de yok etti. Osmanlı’nın ihtişamını yerlerde süründürdü!

Vahidettin, M. Kemal’i Anadolu’ya Millî Mücadele’yi başlat diye göndermemiştir. Okumalarımdan çıkardığım netice; Vahîdettin’in Millî Mücadele’ye kavrayacak kapasitede olmadığıdır. Elbette Sevr Antlaşması’yla Osmanlı diye bir devletin kalmayacağını idrak edebilmiş, derinden yaralanmıştır: ama, “Ne yapabiliriz ki” deyip koltuğunda oturmuştur.

Bu örneği Hüseyin Rauf Orbay anlatmıştır. Hüseyin Rauf İstanbul’da Meclis-i Mebusan’dayken, İngilizler yakalayıp Malta'ya sürmeden kısa bir süre önce Dolmabahçe Sarayı'nda Vahîdeddin'le görüşür. Hüseyin Rauf, Vahîdeddin’in, pencere önünde İstanbul Boğazı'nda sıralı işgalci düşman gemilerini göstererek “Ne yapabiliriz ki...” dediğini nakleder.

M. Kemal’le sonra bozuşacak olan Hüseyin Rauf Orbay Yakın Tarihimiz’de çıkan hatıralarında görüşmelerini ayrıntı anlatır.

(M. Kemal’in, Nutuk’ta, Rauf Orbay çok ağır sözlerle yerdiği notunu da düşeyim.)

Vahîdettin 1923'te Mekke'de bir beyanname yayınlıyor. Tartışmalı görülse de bu beyannamenin Vahîdettin’in olduğu tespit edilmiştir. O beyannamede de Mustafa Kemal’i ağır bir dille itham ediyor:

“Mesele Yunan meselesi halini aldıktan sonra harpte mağlûp olmamak şartıyla mukavemete ben de tarafdar idim ve nitekim bu his ile kuva-yı milliyyeye mütemayil birtakım kabineleri de mevki-i iktidara getirdim. Şu kadar var ki, o devrelerde Mustafa Kemal devlet-i metbuasına (tâbi olduğu devlete) itaat dairesinden huruc etmiş (çıkmış, baş kaldırmış) ve Anadolu’da birçok aksakallı müftilere varıncaya kadar asıp kesmek gibi mezalimiyle vazife-i milliyye hududunu tecavüz ederek milletin başına tahammül olunmaz bir belâ kesilmiş idi.”

Sonra şu ifadeyi kullanıyor: “Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderen ve bilâhare devlet-i metbuasını tanımadığı cihetle tenkili (bastırılması) için kuvve-yi askeriyye sevkine lüzum gösteren kabinelere mümaşaatımda (uymamda)...” (Tayfun Çavuşoğlu, “Vahidettin’in beyannamesi. Mustafa Kemal’i Anadolu’ya kim gönderdi? (www.turkishnews.com, 30 Kasım 2022)

Osmanlı hasreti çekenler, önce, M. Kemal’in neyi niçin yaptığını, neyi niçin yapmadığını anlayabilmek için, Rönesans’tan başlayarak, Aydınlanma dönemlerini, bu dönemlerin Osmanlı sahasına yansımalarını araştırsınlar.

Kısaca; M. Kemal ve inkılâpları gökten zuhur etmemiştir!

“Vahdettin Köşkü”, Turgut Özal zamanında da onarılmak istenmişti. Adı Vahîdettin olunca, Ak Parti iktidarı hemen sahiplendi ve gerekli tadilatı yaptırdı.

Vahîdettin’in cariyesine hediye ettiği köşkte Vahîdettin’i yaşatmak, kendilerince Osmanlı bizim kalbimizin en mutena köşesinde yer tutmuştur, demek istiyorlar. Bunun başka izahı yok. Çünkü İstanbul’da cumhurbaşkanlığının kullandığı, kullanabileceği o kadar çok yapı var ki...

Adı konmamış bir derin iç savışın içindeyiz.

Yazarın Diğer Yazıları