Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Abdullah OSKAY

Abdullah OSKAY

Ticaretin Politikası

Döviz kuru artınca ihracat artar mı?

Döviz kuru artınca ihracat artar mı?

Dünyada önde gelen akademisyenlerden birisi olan Immanuel Wallerstein, içinde bulunduğumuz kapitalist sistemi merkez-çevre ilişkisi içinde ele alır. Türkiye, buna göre yarı-çevre bir ülke konumundadır. Bu tartışmanın üzerine çokça yazılıp çizilmiş, içinde bulunduğumuz kapitalist sistemin 500 yıllık mı, 5 bin yıllık mı olduğu gibi konular ele alınmıştır.

Tüm bu tartışmalardan çıkıp baktığımızda Türkiye’nin Osmanlı’dan bu yana kapitalist sisteme bir yarı çevre ülke olarak entegre olduğu görülür. İngiltere ile 1838 yılında II. Mahmud’un imzaladığı ve imzalarken yaklaşan Rus ve Kavalalı isyanı tehlikesine karşı “Denize düşen yılana sarılır” sözünü armağan ettiği Balta Limanı Antlaşması ile Osmanlı Devleti, İngiltere’ye birçok imtiyaz vermiş, sonrasında Osmanlı bir yarı sömürge durumuna düşmüştür. Cumhuriyetin ilk kuşağına Osmanlı’dan kala kala sanayileşme ve ekonomide bağımsızlaşma arzusu kalmıştır.

Cumhuriyetin ilk kuşağı böyle bir ortamda sanayileşme hamleleri başlatmış, Büyük Depresyon ve İkinci Dünya Savaşı, sonrasında Demokrat Parti döneminde liberalleşme politikaları, 1960-80 döneminde devletçi ekonomi altında hızlı toplumsal dönüşüm yıllarını yaşamış, dünyada 1970’lerdeki petrol krizi sonrasında sistemin tıkanması ile Demirel’in meşhur “70 Sente Muhtaç” halimiz neticesinde 1980 darbesine giden yolun kilometre taşları döşenmiş, darbe sonrasında ise Özal’ın neoliberal politikaları başlamış ve bugüne kadar gelinmiştir.

Neoliberal döneme geçişte ihracatçılar önce İran-Irak Savaşının meyvelerini yemiş, iki ülkeye büyük ölçekli ihracat yapılmış, Türk firmaları bundan önemli ölçüde faydalanmış ve uluslararası alana açılmayı bu ülkelerde öğrenmiştir. Tam İran-Irak Savaşı 1988’de bitti, ihracat modeli tıkandı derken Sovyetler dağılmış, Türkiye ihracatçısına geniş bir pazar daha açılmıştır. Sovyet sonrası ülkelerde pazarlar doyma noktasına ulaştığında ise 1999 ve 2001 krizleri ile karşı karşıya kalınmış ve ülke 2002’de uzun süreli AKP iktidarına geçmiştir.

AKP iktidarının ilk yılları dünyadaki liberalleşme ve para bolluğu içinde Türkiye için sahte bir cennet yaratmış, özelleştirmeler ve altyapı yatırımları el ele gitmiştir. 2008’de dünyadaki krizden dünya ekonomisine tam entegre olmamış olan Türkiye nispeten az etkilenmiş, 2013’ten sonra ise özelleştirme gelirlerinin azalması, dünyada para bolluğunun bitmesi, pastanın daralması gibi sebeplerle Türkiye’de sosyal gerginlik yükselmeye başlamıştır. Gezi Olayları bu sürecin ilk aşamasını oluşturmuş, sonrasında Türkiye, FETÖ’nün darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır.

Türkiye’de 2013 yılında sıklıkla “Orta Gelir Tuzağı” tartışılmıştır. Kişi başı geliri 12.800 Dolara çıkan Türkiye, ya Güney Kore, Singapur, Tayvan gibi Wallerstein’in yarı çevre dediği ülkeler statüsünden, Orta Gelir Tuzağından çıkarak merkez ülke statüsüne yükselecekti, ya da tüm Orta Gelir Tuzağından çıkamayan ülkelerde olduğu gibi alım gücü yarı yarıya düşecek ve 1980 sonrasında ağır bedeller ödenerek elde edilmiş olan kazanımlar kaybedilecekti. Üretilen bir ürüne asıl değeri katacak olan orta sınıfın küsmesi ve beyin göçünün bu sınıf arasında norm haline gelmesi, FETÖ olaylarının getirdiği sorunlar, ülkenin Orta Gelir Tuzağından çıkarken en çok enerjiye ihtiyaç duyduğumuz zamanları kaybetmemize neden oldu, AKP’nin insan kaynağına değil, kamu-özel işbirliği projeleri ile altyapıya takıntılı ekonomik politikaları ile birleşince ekonomi iyice kördüğüm haline geldi.

İşte böyle bir ortamda doların artmasının ihracatı artırıp artırmayacağı tartışılıyor. Doların artışının ihracatı otomatik artırması gibi olgular, günümüz dünyasında artık oldukça demode yaklaşımlar. Türkiye’de dolar artışının ihracatı artırmasına ilişkin bağlantı kopalı çok oldu. Türkiye’de dolar nereye giderse gitsin, ülkemiz yapısal olarak dış ticaret açığı veren, sıkıntılarla dolu bir ekonomiye sahip olmayı sürdürecek.

Türkiye, Orta Gelir Tuzağına düştü ve çıkamadı. Tüm bu tuzaktan çıkamayanlar gibi ekonomisi daralmaya, alım gücü düşmeye devam edecek. Halen 8 bin dolar civarında olduğu söylenen kişi başı gelir, 5-6 bin dolar bandına kadar düşecek. Geleneksel olarak Türkiye ekonomisindeki kişi başı gelir, ABD’nin beşte biridir. Hâlihazırda 7-8’de biri haline geldi. Bu düşüş sürmeye devam edecek ve muhtemelen 10’da birinde duracak. Ekonomisi yarı-çevre olan Türkiye, büyük güç nutukları içinde AB’nin göç tampon devleti olacak. İşte o zaman, bu uzun iktidarın gerçek karnesini göreceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları