Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Abdullah OSKAY

Abdullah OSKAY

Ticaretin Politikası

Teolojik güvenlik devletlerinin savaşından Orta Doğu’ya kalan

Gündemde yoğun bir şekilde İran-İsrail gerginliği var. Savaş diyenler de oluyor ama İran’ın kendisi bile savaş yerine çatışma demeyi tercih ediyor. Birbiri olmadan var olamayacak, kendisini diğeriyle var eden iki gücün çatışması bu. Bu iki gücün ikisi de katı şeriatla yönetilen teolojik güvenlik devletleri. Peki buraya nasıl gelindi?

Teolojik Güvenlik Devletleri Nasıl Yükseldi?

Orta Doğu, 1. Dünya Savaşı sırasında imzalanan Sykes-Picot Anlaşmasıyla İngiliz ve Fransızlarla şekillendirildi. İngiltere’nin payına düşen kısımda İsrail, en başından bu yana teolojik bir güvenlik devleti şeklinde teşkilatlandırıldı. Hegemon güçlerce her zaman desteklendi.

2. Dünya Savaşı’ndan sonraki yoğun sömürge karşıtı hareketler içinde Arap Milliyetçiliği, Arapların arasına saplanmış bir hançer gibi olan İsrail’e karşı yoğun bir mücadele verdi. Cemal Abdülnasır’la aşiret bağları güçlü olan Araplar arasında ilk defa milliyetçiliği öne çıkarabildiği, Arap Sokağını heyecanlandırdığını biliyoruz. Sonrasında üç büyük Arap-İsrail Savaşında büyük hayal kırıklığı.

Bu savaşların en büyük sonucu bölgede ulus devlet mantığının yükselemeden çöküşü oldu. Orta Doğu’da Araplar artık acımasız bir jeopolitiğe sıkıştırılmıştı.

Savaşların ikinci büyük sonucuysa, İsrail’in başarısına öykünmek oldu. İsrail bir teolojik güvenlik devletiydi. Milliyetçiliğin büyük bir kriz yaşadığı dönemde, teolojik güvenlik devleti mantığı, din temelli olarak yükseldi. İran Devrimi, işte böyle bir krizin sonucuydu.

İran’ı Anlamak

İran, tam anlamıyla “Teolojik Güvenlik Devleti”. Ekonomik cüce, siyasi ve askerî bir bölgesel dev. Etrafında on yıllardır savaşlar olan bir ülke. Rejimin meşruiyetinin kaynağı, güvenlik. İran’ın etrafındaki uzun yıllardır süren savaşların içinde İranlı “Azıcık aşım, ağrısız başım” diyecek şekilde kendisine güvenlik sağlayan devletine sığınıyor.

İran devletinin güvenliği sağlarken kullandığı en önemli teknik ise, doğabilecek güvenlik sorununu ülke dışında karşılamak. Bunun için de ülke dışındaki paramiliter güçlere destek veriyor. Bunun da yolu o ülkelerde dinî azınlıkların üzerine oynamak, kendisi üzerinde planları olabilecek ülkelere karşı istediğim anda senin de bölgede çok geniş bir alanda kuyruğuna basarım, çıkarlarını zedelerim hissi vermek. Yemen’de, Lübnan’da, Irak’ta, Nijerya’da, Pakistan’da, Afganistan’da, Filistin’de olan bitenin tümü bu.

İran’ın bunu yaparken ana odağı mezhepçilik. İran’ın dış siyaset ve ticaretine, halkın günlük yaşamına, hemen her şeye bu yaklaşım hâkim olmuş. Şiiler, İslam Dünyasının %10’u ama Orta Doğu’nun %30’u. İran’ın tüm propagandası, dış politikası, kaynak tahsisi, ticaret anlaşmaları, vb. bunun etrafında dönüyor. Şiiler dünyada azınlıkta bulundukları birçok ülkede ayrımcılığa ve baskıya da maruz kalıyor. Bahreyn gibi çoğunlukta olduğu kimi ülkelerde de durum pek parlak değil. Bu da İran rejimine propaganda için gerekli imkânı veriyor. Buralardaki birçok umutsuz ve kırgın kesim, kendisini İran rejiminin kollarında buluyor.

İran-İsrail Gerginliği

İran, uzun yıllardır silah ambargosuna maruz kalıyor. Konvansiyonel silahlarda oldukça geri kalan İran, bu durumun üstesinden gelmek için kukla savaşçıları kullanıyor. Diğer bir önem verilen alan ise füze teknolojisi.

İran’ın güvenlik stratejisinin temelinde yer alan “sorunu dışarıda karşıla” durumu, zaman zaman İran’ı gereksiz bir şekilde uluslararası krizlerin içine çekiyor. 7 Ekim’de Hamas’ın İran’ı içine çektiği durum buna örnek. Sonrasında ise, İran’ın adım adım sıkıştırılarak 13 Nisan akşamında İsrail’i 1973 Arap-İsrail Savaşından bu yana Saddam’dan sonra ikinci kez hedefleyen ülke durumuna düşmesi de buna örnek.

Peki bu durumun kazananı kimler?

Hem İran’ın hem İsrail’in son dönemdeki gerginlikten büyük kazanımları bulunuyor. İran, son dönemde ülke içinde karşılaştığı eylemler nedeniyle istim üstünde olmaya devam ediyor. İçeride İran rejiminin dayandığı geniş sınıflar yok. Bunun yerine aşırı dindarların azınlığına dayalı bir rejimi var. İran, son dönemde bu grubun içindeki dağılmayı bu olayla durdurup gücünü toparlamaya çalışıyor.

İsrail için ise durum, son dönemde dünya kamuoyunda Filistin’de 35 bin ölü, 70 bin yaralıya yol açan süreci gündemden düşürmesi. Batı ülkelerinde yalnızlaşan İsrail’e bu süreç derin bir oh çektirdi.

Orta Doğu’ya düşen “düşük yoğunluklu savaş”

Bu iki ülke, derin bir savaşa asla girmeyecektir. Adına ister çatışma, ister savaş, isterse gerginlik ne denirse densin, bu iki ülke birbiriyle var. Bu iki ülke birbirinin iç ve dış politikaları için önemli kaldıraçlar. Orta Doğu’ya düşense, acımasız jeopolitiğin içinde o meşhur tabirle “düşük yoğunluklu savaş.”

Son Söz: Ateş çemberinden geçtiğimiz coğrafyamızda Atatürk’ün ilkesi rehberimiz olduğu sürece sorunumuz yok.

“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”.

Yazarın Diğer Yazıları