Kimin günahının kefaretini ödüyoruz?

                Türklük fikrinin kabullenilmediği, çeşitli etnik gurupları ve milletleri kendimize dost sandığımız bir anlayışla yürütülen politikalarla yapılan siyasetin iflası kaçınılmazdır. Türklük karşısındaki her etnik gurubun ve yapının din ve vatanla ilgili idealleri bir birine taban tabana zıttır. Bir millette birlik olmadığı sürece o milletin geleceğinde başkalarına yem olmak kaçınılmaz sondur.

                Birileri topraklarımızı kevgire çeviriyor, devleti yönetenlerimizde dost kazanma hayalleriyle bunlara göz yumuyordu. Mevcut durumun muhafaza edileceği propagandalarıyla kamuoyu yanıltılıyor, güvenlik güçlerine hareket etme imkanı verilmiyordu. Hep böyle sulh ve sükun olacağını düşünen yöneticiler ise onların isteklerinden daha fazlasını veriyordu. Takip edilen bu siyaset halka yanlış anlatılıyor ve halk ise sonradan olacakların farkına varamıyordu.

                Sırf zihinleri karıştırmak ve halkı tatmin etme adına bayındırlık, eğitim ve sağlık alanlarına ağırlıklar veriliyor, kalpleri kazanma adına beldelerde heyetler gezdirilerek olanlar karşısında halk ikna ya çalışılıyordu. Bir devlet ki, memleket içinde bölücüsünü yargılamadan salıyor, vergileri almıyor, elektrik ve su faturalarını tahsil etmiyordu. Askerine bunlar geçerken selam durduruyor, bağımsızlığının sembolü olan bayrağını gönderden indirenlere seyirci kalıyordu. Sokakların, evlerin, okulların ve camilerin cephaneye döndürülmesini görmezcilikten geliyordu.

                Bunları yaparken de "Anaların ağlamayacağını" ve "Kandan beslenenlere fırsat verilmeyeceğini" söylüyordu. Bölücüler ise bu durumu fırsat sayarak ileride yapacaklarının hazırlığını yaparak, eylem ve toparlanmak için çalışıyordu. Halka bunlar anlatılmaya kalkışıldığın da ise "Sizler huzura karşısınız" deniyordu.

                Onlar ki, Iraktaki politikalarıyla Türkmenlerin ölümlerini seyrederken, o bölgede bir Kürt devleti kurulmasını teşvik ediyorlardı. Sıra Suriye'ye geldiğinde de aynı yanlış politikalarını devam ettirerek vatan topraklarını Peşmergelerin ayakları altına seriyordu. Suriye'deki Kürtleri kurtarma adına Iraktan Peşmerge getirerek Kobani'ye gönderiyor, yetişmediği yerde PKKlılarla takviye ediyor ve yaralananları Türkiye'de tedavi ediyordu.

                Suriye'deki Türkmenlerde, Irak'taki kardeşleri gibi kaderine terk ediliyordu. Bunlar yetmemiş olacak ki birilerinin iftiralarıyla orduda komutan bırakmayıp içeri atılıyor, ne yaptıkları sorulduğunda ise oluşturulan sözde örgütün yargılanmasının savcısı olunuyordu. Arap aşiretlerinin reisliğine soyunuluyor, Libya, Mısır, Filistin ve Suriye için ağıtlar yakılıyor ve halkı sokaklara döküyorlardı. Neden bunlar diye sorulunca da dünya liderliğine oynadığımız söyleniyordu.

                Kendi insanlarımıza "Ananı da al git derken" sınırlar sonuna kadar açılıyor, Arap, Kürt, Yezidi ve Ermeniler ülkeye doldurularak benim vergilerimden on milyar lira bunlara harcanıyordu. Benim insanlarım ise açlıktan canlarına kıyıyordu. Yabancı hayranlığı yetmemiş olacak ki 400 bin Suriyeli kayıt dışı çalıştırılarak kendi insanlarımızın işsiz kalmalarına seyirci kalınıyordu.

                Bu gün ise Türklüğe sarılıp, Suriye'deki ve Musul'daki Türkmenlere sığınılarak güya Türk'ün hamiliğine soyunuluyor. Arap ülkeleri ise Osmanlı döneminde olduğu gibi beyanat ve yaptıklarıyla yine arkadan vurmaya devam ediyor. Bitirilen ordudan  medet umar hale geliniyor. Tedavi edilen PYD'liler ile PKK terörist gurup ilan ediliyordu.

                İki milyon mültecinin elimizde kaldığı gibi, varılan antlaşma gereği Avrupa'ya giden mültecilerde Türkiye'ye gönderilerek kırk ambar ve mültecilerle dolu bir ülkeye dönüşerek bunları burada tutmak için jandarmalık görevi üstleniliyor. Yanınızdayız diyen sözde müttefiklerimizin beyanlarına ve davranışlarına bakıldığında, tıpkı Osmanlıya son zamanlarında yaptıkları u dönüşleri ile akbabalar gibi saldırıyı beklediklerinin aynısı şimdide yapıyorlardı.

                Son günlerde ise anaların yerine milletçe ağlar olduk. Şehitlerimizin gelmediği, şehirlerimizin tahrip olmadığı gün kalmadı. Milletçe eza ve zulüm altında inlerken geleceğimizin karardığına şahit oluyoruz. Bildiğimiz ise günahsızları da bu günahlara alet ederek bazılarının günahlarının kefaretini ödüyor olmamızdı. Hep derlerdi ki herkes kendi günahının kefaretini öder, meğer hiçte öyle değilmiş. Atalarımızın dediği gibi "Kurunun yanında yaşta yanar"mış.  

Yazarın Diğer Yazıları