Kutuplaşma...

Ülkemizde maalesef büyük bir kutuplaşma var. Kahvehanelere gidin, oralardaki konuşmalara kulak verin yahut açık oturumlardaki siyasi atışmalara bakın; kutuplaşmanın ulaştığı boyutları göreceksiniz. Siyasetçiler ve onların medyadaki uzantıları şiddet dilini ve nefret söylemini sürdürdükçe bu kutuplaşma -hiç şüpheniz olmasın- daha da artacaktır.
Büyüklerinizden 1960 öncesinde de böyle bir kutuplaşma olduğuna dair anekdotlar dinlemişsinizdir muhakkak... 1980 öncesindeki kutuplaşmayı bizim nesil bizzat gördü ve yaşadı. Her iki kutuplaşma da askerî darbe ile sonuçlanmış ve milletimiz çok ağır bedeller ödemişti. Şimdi askerî darbe kapısı kapandığına göre bu kutuplaşmanın sonu nereye varır sizce? Demokratik kanallarla selamete erebilir miyiz, yoksa bu gidişle -Allah korusun- iç çatışma/kardeş kavgası mukadder midir?..
Diyelim ki iyimseriz, bardağın dolu tarafına bakıyoruz -doğru olan da budur- ve bu kutuplaşmanın demokratik çerçevede atlatılacağına inanıyoruz... Peki, bu nasıl gerçekleşecek? Yurttaşlar olarak bu konuda bize düşen görev nedir?
Önce teşhisi doğru koymamız gerekir. Teşhisi doğru koymazsak tedavi etme şansımızı kaybederiz.
Kanaatimce kutuplaşmanın temelinde “particilik”  yatmaktadır. Kimse “sağlık programı”nda veya “tarımda verimlilik paneli”nde kavga etmiyor. Kavga; falan parti şöyle dedi, filan parti yalan söylüyor, feşmekan parti hain gibi parti taassubundan çıkıyor. Esasen Tarık Buğra’nın dediği üzere  “Politikacı, insanlar arasındaki uyuşmazlıklardan, anlaşmazlıklardan beslenir. Kötü politikacı, bu yüzden, bu uyuşmazlıkları, bu anlaşmazlıkları körükler, düşmanlık haline getirmeye çalışır ki ’ordu’su daima ’silah başında’ bulunsun. Kötü politikacı, kaptığı tarafı ayakta tutmak için devamlı olarak onları düşmanlığa doğru kışkırtır. Antipatileri kinler, nefretler haline dönüştürmeye çalışır.” 
Bu kin ve nefretin üzerine bir de  “dâvâ”  sosu döküldü mü, insanların partileri için yapmayacakları fedakârlık (!) yoktur. Kimi yalan söyler, kimi rüşvet alır, kimi cüzdanını doldurur, kimi de vicdanını dondurur. Parti neferleri içerisinde en masum olanları da, her şeyi bal gibi bildiği halde parti zarar görmesin diye susup dilsiz şeytan olmayı kabullenenlerdir.
Sadede gelirsek, gördüğünüz gibi kutuplaşmanın temelinde  “particilik” yatmaktadır. Dolayısıyla, tehlikeli boyutlara tırmanmakta olan  “kutuplaşma”yı demokratik yollardan önleyebilmemiz için öncelikle politikacıların ihtiraslarına âlet olmamamız gerekmektedir. Takım tutar gibi parti tutmak ülkeyi felakete sürüklemektedir. Particilik yüzünden ülkemiz kaç defa direkten döndü, bir düşünün!..
Vakti saati gelince sandığa gidip oyumuzu elbette kullanacağız. Fakat “seçim”i bir ölüm-kalım savaşı haline getirerek ülkeyi gerecek olursak, halkın sağduyusu olumsuz yönde etkileneceği için “hak”  tecelli etmeyecektir. Diğer bir ifade ile ortalığı gererek, parayla pulla, olmadı zorla insanları yönlendirerek kutuplaşmayı daha da artırmayalım. Bırakalım halkımız kendi hür iradesiyle oyunu kullansın, eminim en hayırlı netice ortaya çıkacak ve kutuplaşma da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Yazımın başında “Bu kutuplaşmanın sonu nereye varır” demiş ve  “Demokratik kanallarla selamete erebilir miyiz, yoksa kardeş kavgası mukadder mi”  diye sormuştum. Birinci şıkkı açmaya çalıştım. İkinci şıkkı şimdilik düşünmek istemiyorum.
Son söz şairin:
“Tefrika şeytan işi olduğu için nefsine hoş gelir//Lakin unutma, fırkaperestler mahşere eli boş gelir.”  (Li-müellifihî) 

 

Yazarın Diğer Yazıları