Mecburi bir yazı yahut dilde tasfiyecilik...

Aslında bugün için "Dil ve kültür dâvâmız..." adlı bir yazı yazmayı planlamıştım. Ancak, geçen hafta bu sütunda çıkan yazımız dolayısıyla sütundaşımız Cazim Bey hakâretnâme mi desem, tehditnâme mi desem, yoksa fahriye (öğünme) mi desem -isterseniz adını siz koyun- bir şeyler yazmış. Mecburen ona cevap yazmak durumunda kaldım. Öncelikle okuyucularımdan özür diliyorum...

Üstat, yazısına şu sözlerle giriyor: "Osmanlıca fosilcileri vardır bu ülkede, bu fosilciliği bilim adamlığı sanırlar.", "...siyaseti de iyi bilirim, genel başkanlık da dahil, partilerde yapmadığım görev kalmadı, hepsinin de hakkından geldim. (...) Kitaplarımız var, hakkında birçok değerli kalemin takdirler ve övgüler yazdığı... Edebiyat dergilerinde ürünleri yayımlanan, kalemine saygı duyulan bir adamız..."

Biz bunların hepsini biliyorduk zaten. Hatta hangi partiyi üçten dokuza şart ederek boşadığını da... (bk. Yeniçağ, 26/6/2008) Üstat boşuna zahmete girmiş.

Üstadımız "fahriye"den (öğünme) sonra "tahkiriyye" (hakaret etme) bölümüne geçmiş. Önce "...Osmanlılık adına, siz de Türkçe katliamına (fetva) veriyorsunuz Osmanlıca adına." diyor. (Osmanlı Türkçesi adına demek istiyor her halde) Hızını alamamış olacak ki sonra bize hitaben "Sapsayın Prof." ifadesini kullanıyor. İyi de ben köşe yazılarımda "Prof." unvanı kullanmıyorum ki... Üstadımız niye "Sapsayın Prof." deme ihtiyacı duydu dersiniz?.. Gaye küçük düşürmek olunca üstat bence mecbur kalıyor "Sapsayın Prof." demeye... ("Sapsayın Prof." ifadesindeki hakareti fark etmeyecek kadar saf değiliz.) Bu hakaret kesmemiş olacak ki o gün dev gibi bir orduyu yendik havasında "... bu köşede Mustafa Necati Sepetçioğlu gibi bir devle kalem kavgası ettim, siz çok hafif gelirsiniz, oturun oturduğunuz yerde..." diyerek hafiften (pek de hafif sayılmaz ya) bir de gözdağı veriyor bize... Bence büyük konuşmamak lazım... Ummadık taş baş yarar diye bir atasözümüz var. Bir de o malum tartışmada üstadımız, Mustafa Necati Sepetçioğlu için "Mütekebbir hazretleri..." (bk. Yeniçağ, 16 Ocak 2008 Pazar) ifadesini kullanmıştı. Şimdi ne oldu da Mustafa Necati Sepetçioğlu birden "dev" oluverdi anlamadık.

Üstadımız eksik olmasınlar yazısının sonuç bölümünde güzel Türkçe ile kaleme aldığı gönül tellerimizi titreten şiirlerinden örnekler de sunuyor.

Dikkat ettiyseniz üstadımız tartışma konusuna hiç girmemiş. Oysa tartışma, üstadımızın "dilde tasfiyecilik"e karşı çıkan hocalara "sözcük yobazları" demesi üzerine çıkmıştı. Üstadın alındığı o yazıda ben literatüre de giren "Dildeki yabancı asıllı (cevap, gaye, hayat, hikâye, cümle, kelime, akıl, köşe vs.) bütün kelimelerin atılmasını ve yerlerine (yanıt, amaç, yaşam, öykü, tümce, sözcük, us, bükeç vs.) Türkçelerinin konmasını isteyen dil akımı" (bk. TDE Ansiklopedisi, c. 8, s. 277) demek olan "tasfiyecilik"in, Türkçenin ifade gücünü zayıflattığını bir örnekle açıklamış ve tasfiyeciliğe karşı çıkan hocalara "sözcük yobazları" demenin hakaret olacağını söylemiştim.

Bu yazıyı eleştiren üstadımızın da çıkıp "Hayır, dilde tasfiyecilik Türkçenin ifade gücünü zayıflatmaz, aksine dilimizi zenginleştirir" diyerek örnekler vermesi gerekmez miydi? Ama üstadımız bunu yapmadı, işi kendini övmeye, bize tehditler savurmaya, "Sapsayın Prof." , "fosil", "Türkçenin katline fetva veren adam" gibi tartışma üslubuna yakışmayan tavırlar sergilemeye vardırdı.

Allah aşkına "Osmanlıca fosilcileri", "Sapsayın Prof.", "Osmanlıca adına Türkçenin katline fetva verdiniz vb." âfâkî ve hakâretvârî ifadelerle dil tartışması mı olur? Değil tartışma âdâbına, nezaket kurallarına bile uymayan bu üslûp neyin göstergesidir acaba?.. Takdiri okuyucularımıza bırakıyorum... 

Yazarın Diğer Yazıları