Misak-ı Millî dedik de...

Altı gün sonra 30 Ekim. 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. Osmanlı'nın Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkış tarihi. Şu zamanda dikkat kesildiğimiz Musul bir hafta sonra İngilizlerin işgaline uğruyor.

Tarihte suçlu-suçsuz birbirine karışmıştır. Hâdiselerin terkibi, terkipten netice çıkarma... Dirayet ve kararlılık... Tarihi incelerken, heyecanla değil, akılla yürümeliyiz.

Misak-ı Millî tartışılıyor şimdi... Misak-ı Millî'nin birinci maddesi ne? Daha mühimi neye atfedilen bir madde?

Şimdi Yunanistan'da kalan bizim kuş uçumlu yakınımızdaki Limni adasının Mondros limanında, Agamemnon zırhlısında mütarekeyi M. Kemal'in çok yakın arkadaşı Rauf Bey (Orbay), Osmanlı'nın Bahriye Nazırı sıfatıyla imzalamıştır.

Yeri geldi: Rauf Orbay için M. Kemal Nutuk'ta söylemediğini bırakmaz. M. Kemal Nutuk'ta sadece ve sadece İsmet Paşa'ya sevgisini göstermiştir. Birlikte Millî Mücadele'ye giriştiği hemen bütün komutanlarla bir problemi vardır ve Nutuk'ta hepsine kıyasıya yüklenir. Benim bir şaşırdığım da, Nurettin Paşa'ya (Ali Kemal'i linç ettirmiş olan paşa) sayfalar dolusu yer ayırmasıdır. Bunun sebebi de herhâlde, Nurettin Paşa'nın, kendisini neredeyse İstiklâl Harbi'nin bir numaralısı gösteren bir kitap yazdırması...)

Misak-ı Millî'nin birinci maddesi dedik... Kısaca:

"30 Ekim 1918 tarihli anlaşmanın çizdiği hudutlar dahilinde, dinen, ırkan ve emelen müttehit [birleşik] Osmanlı İslam ekseriyetiyle meskûn bulunan aksamın [kısımların] tamamı, fiilen ve hükmen gayrı kabil-i tecezzi bir küldür [bölünmez bir bütündür]."

Şunu da hatırlatırım... M. Kemal, asıl kendisinin belirlediği Misak-ı Millî'ye sadık kalmış, alabildiğini almış, alamadığını, değişik gailelerle terke mecbur olmuştur. Musul tartışmaları çıktı çıkalı, herkes allâme, herkes bir sınır çiziyor; en çok da R. T. Erdoğan... Reis, bir fâtih-i mübîn! ("feth-i mübîn"den ism-i fâil!)

"Siyasî İslâmcılar", M. Kemal'i, şuuraltı dürtüleriyle, ne desem, "yamuk" görüyorlar. ("Yamuk görme" meselesine geleceğim.)

Konular iç içe...  İzahat gerekli... Önceki gün eski Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, Musul meselesinde görüşünü açıkladı. İ. Başbuğ, gadre uğramış bir komutan. Hakkını teslim edelim, Fethullahçılar onu hapsi tıktırdığında, R. T. Erdoğan, "Ergenekon davasının savcısı benim." dediği hâlde, İ. Başbuğ'u ayrı tutmuş ve "Tutuksuz yargılanmalıydı." demiştir. Yalnız R. T. Erdoğan'ın "savcılık" konuşmasının tamamını, şu zamanda, hatırlamalıyız: "Savcı millet adına vardır, biz de millet adına hakkı aramanın gayreti içindeyiz. Bu anlamda savcılık ise evet savcıyım."  (Kimileri burada hangi millet? 'Fethullahçı millet' mi?" sorusunu akla getirebilir!) Reis'in böyle konuşmasının sebebi de o zamanki CHP lideri Deniz Baykal'ın "Davaların savcısı mısınız!" ithamıdır. Fethullahçıların Ali kıran baş kesen olduğu zamanda, muhalefetin ve iktidarın tavrını tahlil için 4 Temmuz 2008'de Deniz Baykal'ın, 16 Temmuz'da da R T. Erdoğan'ın cevabını bir okuyun lütfen... Hakikati kim görmüş, kim görmemiş, kim kimin yanında, anlayın! (Şu an iktidarı ellerinde tutanlar, Devlet Bey'in sayesinde, iktidara kök salmak isteyenler, dönüp geriye bir baksınlar!)

Ara açıklamalardan sonra Misak-ı Millî'ye de, R. T. Erdoğan'ın, "90 yıllık dönem" sözüne de geleceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları