Sevinmek ve üzülmek...

İnsan duygusal bir varlıktır. Sevinir, üzülür, güler, ağlar, öfkelenir, küser... 1 Kasım seçimlerinden sonra da üzülenler, küsenler ve sevinenler oldu. Özellikle eski bir bakanın filim yıldızı gibi "yine tek başına iktidardayız bir tanesi" diyerek ekranlarda sevinç gösterisinde bulunması dikkatimi çekti. Kendimi onların yerine koyarak 5 ayda oyunu takriben %9 artırıp tek başına iktidara gelen bir partinin ileri gelenlerinden biri olsaydım acaba bu şartlarda sevinir miydim diye düşündüm. Bu soruya objektif bir cevap verebilmek için de önce şu beş ayda yaşadıklarımızı zihnimde canlandırmaya çalıştım.

7 Haziran seçimlerinde halk, hiçbir partiye tek başına iktidar imkânı tanımamıştı. Kutuplaşmanın tehlikeli boyutlara ulaştığını, ülkenin bölünmenin eşiğine geldiğini gören seçmen partilere, bir araya gelin, uzlaşın, koalisyon kurun, gittikçe ağırlaşan ülke sorunlarını birlikte çözün mesajı vermişti. Ama başta cumhurun başı olmak üzere iktidar partisi koalisyon istemedi. Buna muhalefetin beceriksizliği de eklenince koalisyon kurulamadı. Böylece 1 Kasım seçiminin startı verilmiş oldu. Eş zamanlı olarak da terör hortladı.

7 Haziran-1 Kasım tarihleri arasında 200'e yakın şehit verdik. Aynı tarihler arasında 500'e yakın vatandaşımız da teröre kurban gitti. Akıllara Suriye ve Irak'a mı döneceğiz sorusu gelmeye başladı. Korkuya kapılan halk çaresiz tekrar iktidara en yakın partiye yöneldi. Yani geçen 5 ay zarfında AKP, oyunu artıracak hiçbir icraatta bulunmadı. Dolayısıyla, yaşanan oy artışı, halkın ölümü görüp sıtmaya razı olmasının tabii bir sonucuydu. Böyle sunî bir başarıya sevinilir mi? Ben olsam sevinmezdim. Aksine, iktidar partisi olarak büyük bir vebalin altına girdiğimizi görür ve uykularım kaçardı... Sahi, şehit cenazelerinin gelmeye devam ettiği bir ortamda hiçbir şey olmamış, ortalık güllük gülistanlıkmış gibi "tek başına iktidardayız bir tanesi" diye ekranlarda sırıtmak millete -bahusus şehit ailelerine- saygısızlık değil midir?

Evet, millet güvenlik endişesiyle istikrara oy verdi. Gel gör ki AKP'nin gündemi terör değil, başkanlık sistemi... Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı külliyesi kesmemiş olacak ki İstanbul'da Yıldız Sarayı da "başkanlık" külliyesi olarak hazırlanıyormuş. Demek ki siyaset böyle bir şey...  Ben -farzımuhal- Cumhurbaşkanı, Başbakan yahut bakan olsam ülkenin bir bölgesinde teröristler tarafından kazılan hendekleri kapatırken veya yollara tuzaklanan bombaları imha etmeye çalışırken polis ve askerlerin şehit düştüğü bir ortamda, değil saraylarda yaşamayı, alelâde bir konutta yaşamayı bile kendime çok görürdüm.

Makam-mevki insanları çok değiştirir. Hele buna bir de para eklenirse insanların -Allah korusun- ne yapacakları belli olmaz. Yeryüzünde diktatörlüklerin nasıl oluştuğunu inceleyin, diktatörlerin makam-mevki, para-pul ve dalkavuklar ordusu ile ilerlediklerini görürsünüz.

Eskiler dört şey yani "kışın güneşi, düşmanın yaltaklanması, kadının zühdü ve padişahın iltifatı sizi aldatmasın" derlerdi. Ben de bugün diyorum ki şu dört şey yani "makam-mevki, güç, etrafınızdaki dalkavuklar ve örtülü ödenek" sizi aldatmasın.

Son söz şairin:

"Şu yalan dünyaya nice Karun, nice padişah geldi gitti//Hiçbiri kâm almadı, Karun battı, Süleyman Şah öldü gitti." (Li-müellifihi)

Yazarın Diğer Yazıları