Siyasîlerin türlü dini!

Din siyasete sokulursa, her siyasî kendi dinini ortaya koyar.

Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Ataş'ın, bir iftar yemeğinde yaptığı "haram" temalı konuşmayı biliyorsunuz. Hatırlatayım:

"Ekonomik olarak kendilerine diz çöken bir Türkiye olsun istiyorlar. Recep Tayyip Erdoğan'ı devirmek istiyorlar. Türkiye'nin önünü kesmek istiyorlar. Bölgesinde söz sahibi olan Türkiye'yi arzu etmiyorlar. Yapılmak istenen budur. Onlara verilecek en güzel cevap 27 günlük seçim süreci boyunca bize uyumak haramdır. Recep Tayyip Erdoğan'ı bu ülkede başkan yapmadan bize uyku haramdır. Bize çoluk çocuğumuz ailemiz haramdır. Eşimiz dostumuz haramdır. Bu seçim farklı bir seçimdir. Bu seçim ülkemizin gelecek 100 yılını şekillendirecek en önemli dönüm noktalarından bir tanesidir. Onun için işimizi sağlam tutmamız lâzım."

M. Ataş'ın bu konuşmasına karşılık, R. T. Erdoğan'ın karşısındaki adayı destekleyen farklı partiden biri çıkıp "haram" temalı bir konuşma yapsa, hangisi haklı? Meselâ dese ki:

 "Türkiye'yi ateş çemberine atan AKP'dir. AKP demek Erdoğan demektir. AKP'li yoktur; RTE Parti'li vardır. Herkes ona biat eder, kimse onun dışında düşünemez, yiyemez, içemez, hiçbir tavır sergileyemez... Erdoğan ilahî bir katmana çıkarılmıştır. Onun için çalışmak, ona oy toplamak, haşa huzurdan Allah'a şirk koşmaktır. Erdoğan'a karşı çalışmazsak bize uyku haramdır. Bize çoluk çocuğumuz ailemiz haramdır. Eşimiz dostumuz haramdır. Hepimiz Erdoğan'ı seçtirmemek için varımızla yoğumuzla yollara düşeceğiz."

Din ortak paydadır. Herkes kendine bir parça alırsa, "din" din olmaktan çıkar.

Önümüzde Tunus örneği duruyor. Geçen ayki seçimde "İslâmcı" Hareketü'n-Nahda (Yöneliş Hareketi) birinci parti çıktı. ("Nahda", 19. yüzyıldan itibaren Arap dirilişinin/uyanışının adı olarak kavramlaşmıştır.)

Tunus'ta her kesimle uzlaşma arayan ve bunu demokrasinin gereği gören Nahda Hareketi'nin kurucusu, Raşid Gannûşî'nin çarpıcı tespitleri var. Gannûşî Türkiye'deki bir konferansında, Batı'da laikliğin ortaya çıkışını anlattıktan sonra sözü Müslümanlığa getirir ve şu soruyu sorar:

"Laiklik Batı'da devleti ve vatandaşlarını kilisenin baskısından kurtardıysa, Müslümanların da, devletin bütün vatandaşları kucaklaması, din özgürlüğünü sağlaması, herkesin özgürce inancını seçmesi için bu çözüme ihtiyaçları var mıdır?Böylece laikliğin sağladığı hakları sağlamış olsun. Batı bu sayede inanç, vicdan, düşünce ve basın özgürlüğünü elde etmiştir. Devlet her vatandaşına eşit mesafede yaklaşmaktadır. Bütün bunlar laik anlayış çerçevesinde gerçekleşmiştir. Müslümanların da aynı yolu takip etmesi gerekir mi? Yoksa devlet vatandaşların haklarını, ancak İslam'ı toplumdan tamamen uzaklaştırarak mı sağlayabilir?"

Gannûşî'nin cevabı uzun... Özetleyelim:

"Hz. Peygamber, Medine'de bir yönetim modeli kurdu. Medine Vesikası incelendiğinde görülecektir ki, bu vesika Medineliye inancına bakmaksızın vatandaşlık hakkı tanıyor. Yahudileri kabile kabile sayarak bir ümmet, Muhacir ve Ensar'ı ayrı ümmet olarak kabul ediyor. İslam'daki ilk devlet örneği Müslüman olan olmayan herkesi kucaklayan çoğulcu anlayışa sahipti."

Gannûşî'yi okurken, cemaatlerle kuşatılmış, bu cemaatlere bel bağlamış, cemaatleri devletin kılcal damarlarına sokmuş bizdeki yönetim aklıma geliyor... Çelişkiye anlam veremiyorum. (Devam edeceğiz.)

Yazarın Diğer Yazıları