Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan...

İstiklâl Marşı'nın kabulü, Çanakkale Zaferi, dinî ve millî bayramlarımız gibi belirli günler ve haftalarla ilgili hemen her yıl yazılar yazmaya gayret ediyorum. Aynı konu defalarca yazılırsa elbette tekrara düşülecektir. Fakat tekrara düşme pahasına İstiklâl Marşı'mızı unutturmamak, o mısralardaki istiklâl aşkını ve vatan sevgisini canlı tutmak için ömrümüz yettikçe yazmaya devam edeceğiz...

İsterseniz konumuza Nihad Sami Banarlı'nın şu satırlarını hatırlatarak girelim:

İstiklâl Marşı, büyük bir milleti asırlarca ayakta tutacak kadar sağlam, derin ve tarihî mısralarla örülmüştür. Bu şiirin:

"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ

 Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan, şühedâ"

gibi mısraları, şiir ve mısra haline konulmuş bütün bir Türk tarihi ve bütün bir Türkiye toprağıdır. Bu kadar büyük bir tarihi, bu kadar ulu bir vatanı iki mısraa sığdıran şair, milleti tarafından ne ölçüde sevilse ve ne derece övülse yeridir.

Nitekim kadirşinas Türk milleti hem Mehmet Akif'i, hem de İstiklâl Marşı'nı çok sevmiştir. Çünkü İstiklâl Marşı, Türk milletinin ölüm kalım mücadelesi verdiği bir dönemde yazılmış ve bu asil milletin vatan, millet, hürriyet, hakperestlik, istiklâl, din, iman, bayrak, ezan gibi bizi ayakta tutan maddî ve manevî güç kaynaklarını ölümsüzleştirmiştir.

Milletlerin hayatında "ikbâl" günleri olduğu gibi "idbâr" günleri de vardır. Asırlarca dünyaya hükmetmiş bir milletin istiklâlinin tehlikeye düşebileceği kimin aklından geçerdi? Ama kaderde böyle acı bir olayla karşılaşmak da varmış! 1918 Mondros mütarekesi sonrasında topraklarımız yer yer işgal edilmeye başlandı. Emperyalist Batı, esaret nedir bilmeyen bu necip milletin boynuna zincir takmaya kalktı. İşte böyle sıkıntılı bir günde Mehmet Akif, Türk milletinin duygularına şöyle tercüman oluyordu:

"Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım,

Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım."

 Batı, maddî gücüne güveniyordu. Elinde modern silahlar vardı. Ona göre Mehmetçiğin bu güçlü silahlar karşısında her hangi bir varlık gösterebilmesi mümkün değildi.

Evet, millet olarak bazı maddî sıkıntılar yaşadığımız doğruydu. Onlar gibi gelişmiş silahlara sahip değildik. Ama bizim de "îmân"ımız vardı. Dünya kurulalıdan beri "îmân" gücünü mağlup edebilecek bir silah henüz icat edilmemişti. Batının hesap edemediği işte buydu:

"Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

 Benim îmân dolu göğsüm gibi serhaddim var.

 Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,

 Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar?"

                Bizim kültürümüzde "vatan" mukaddes bir kavramdır. Biz vatan sevgisini imandan bir parça saymışız. Bu sebepledir ki bir zamanlar her canlının aynı kayıtsızlıkla çiğneyip geçtiği şu Anadolu coğrafyası zamanla Türk insanının uğrunda canını feda etmeye koşuştuğu kutsal bir toprağa dönüşmüş, vatan olmuştur.

                Mehmet Âkif:

"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?

 Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan, şühedâ!

 Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda,

 Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ"

derken işte bu tarihî gerçeği haykırıyordu.

                Kısacası, birlik ve beraberliğimizin çerçevesi "İstiklâl Marşı"nda çizilmiştir. İstiklâl Marşı'nda dile getirilen bu ruha sahip çıkabilirsek kimse bize zincir vurmaya kalkamaz!

                İstiklâl Marşı'nın kabulünün 95. yıldönümünde Mehmet Akif'i rahmetle anıyoruz...

 

Yazarın Diğer Yazıları