Ya işgal edilseydik!

“O kadar bahtiyarım ki! Ben bütün hayatımı, idealimi, aşkımı bu muazzam şehre borçluyum. Ben Sovyetler Birliği’nin çocuğuyum. Stalin benim için çok mühimdir. Gözümün ışığı, fikirlerimin kaynağıdır. Beni Stalin yarattı... Her şeyimi ona borçluyum...”
 Bu sözler hepinizin bildiği gibi Nazım Hikmet’e ait. Yüz binlerce Türk’ü katleden, çalışma kamplarına gönderen ve daha yüz binlercesini sürgünden sürgüne yollayan, dünyanın görüp göreceği en azılı katillerinden biri olan Stalin’in için,  Sovyet topraklarına adım atar atmaz İnter Tass Ajansına verdiği demeçte söylemiştir bu sözleri Nazım Hikmet. Nazım Hikmet yıllar yılı bu ülkede baş tacı edildi. Onun büyük şairliğinden tutun da, gıpta edilesi bir mücadele adamı olmasına kadar akla gelmedik iltifatlar hep onun için sere serpe sıralandı. Varlığını, idealini, aşkını ve dahası hayatını bu topraklara borçlu değildi Nazım Hikmet. Onun her şeyiyle borçlu yer, her karışı mazlum kanıyla yoğrulmuş Sovyet topraklarıydı. Nazım Hikmet bu topraklara ve bu toprakların insanlarına ne denli düşmansa, yıllar yılı medyadan ve siyasetçilerden o denli itibar ve saygı gördü. Onun için ağıtlar yakıldı, imza kampanyaları düzenlendi ve bu devlet tarafından ne denli büyük haksızlıklara uğradığı anlatıldı televizyon ekranlarından, gazete sütunlarından.
 Ünlü şair Orhan Seyfi Orhon, Nazım Hikmet’ten bahsederken onunla ilgili tespitine hak vermemek elde değil... Merhum şairimiz, Nazım Hikmet’le ilgili şunları söyler:  “Bu millet çok eski bir tarihten gelmiş, en çetin mücadele içinde savaşmış, yok olmamış, hür yaşamıştır. Gene öyle olacaktır. Hiçbir komünist şair bunu değiştiremez. Ortada tabir yanlışı var. Hürriyet rejimlerinde bu tür şairlere vatan şairi denmez, vatan haini denir...” 
Nazım Hikmet’in zaafları; medya, sanatçı ve siyasetçi eliyle yapılan Nazım Hikmet güzellemeleri durduramadı. Onun için iade-i itibar kampanyaları düzenlendi, imzalar toplandı ve sonuçta Nazım Hikmet iade-i itibar anlamına gelen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ile gıyabında ödüllendirildi.
Bu tür kişileri sempatik ve şirin göstermek ve kamuoyunu bu yönde etkilemek, eskiden beri bir gelenek olarak bu ülkenin sanatçısı, gazetecisi ve siyasetçisi eliyle her zaman yaşadı ve bu unsurların her daim en temel vazifesi oldu. 

 

***

 

 
Paris’te öldürülen üç PKK militanından bahseden köşe yazarları ve televizyoncuların onlardan en hafif tabirlerle, ’Kürt kadın siyasetçiler’diye bahsetmesi, aslında bu meselenin en güncel ve çarpıcı örneklerinden biri. Sanki bu militanlar yasa dışı bir örgütün üyesi değil, sanki bu örgüt binlerce masum insanımızın katili değil ve sanki bahsi geçenler gökten daha henüz süzüle süzle inmiş en temiz ve masum halleriyle birer melek! 
Yıllardan beri bu ülkenin sanatçısı ve medyası; katilliği, canavarlığı ve her türlü pis işi bu memleketin çocuklarına yakıştırdı. Abdullah Çatlı’nın adı geçtiği her an ve dakika onun için söylenen sözlerden acaba kaçta kaçı PKK’lılar için söylenebildi? PKK militanları için ah-vah çekenler söz konusu ülkücü olduğunda ’katil’den başka hangi sıfatı münasip gördüler?
Vatan savunmasında şehit olan Mehmetçiklerimiz, sarp dağların tepelerinde Kürt çocuğuna bir harf daha öğretmeye çalışırken can veren öğretmenlerimiz, yolun ortasında patlayan bombayla ölen masum çocuklar ve anneler bu hainlerden hangi gün ve zaman daha fazla itibar gördüler? İtilaf orduları tarafından işgal edilen İstanbul’un o günkü halinin bütün Türkiye’ye şamil olmasından başka bir durum değil maalesef bugün yaşadıklarımız.
Değişen sadece müstevlilerin üniforması... 

Yazarın Diğer Yazıları