Arınç’a adres sormayın, dağı gösterir!
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın; 12 Eylül darbecilerinin, Gülten Kışanak’a cezaevinde yaptığı işkenceleri kastederek, “BDP’li kadın vekilin yaşadıklarını yaşasam ben de dağa çıkardım” demesi, bir bakıma, bizzat dağa çıkmak gibi bir şeydir.
“Ben olsaydım da öyle yapardım” demek, benzer şartlar oluştuğunda siz de öyle yapın demek değil midir? Bir hukukçu, Meclis Başkanlığı yapmış, halen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan bir siyasetçinin, devletin bir hukuksuzluğuna muhatap olursanız hakkınızı hukuk yoluyla değil, bilek gücü ile arayınız, gerekirse dağa çıkınız diyerek Kalaşnikofu, mayını, C4’ü hak arama vasıtası olarak göstermesi, herhalde “İleri demokrasi”nin yaşandığı Türkiye’de olabilecek bir hadisedir.
Şehit yakınları ve PKK teröründen bizâr olmuş Türk’ü ile Kürt’ü ile bu milletin neredeyse yüzde 95’i Arınç’ın bu sözlerini nereye koyacağını muhtemelen bilemiyordur. Hani boşa koysam dolmuyor, doluya koysam almıyor cinsinden bir “akıl verme” durumu ile karşı karşıyayız. Hukukun normal işlediği bir ülkede böyle bir söz söyleyen kişi hakkında cumhuriyet savcıları ânında devreye girer, girmeliydi. Sivil toplum kuruluşlarının gerçekten sivil toplum kuruluşu olduğu bir ülkede, yer yerinden oynamalıydı. Ve gerçekten özgür bir basın olsaydı bu ülkede, gazeteler manşet üstüne manşet atmalı, kalemler köşelerinde “Özür dile!” talepleriyle dolmalıydı. Bunların hiç biri olmadı, olacağı da yok, çünkü Türkiye normal bir ülke değil. Bizimkisi raydan çıkmış bir trenin yemeklerinde kalite, koltuklarında rahatlık arama gibi bir şey.
Niçin böyle söylüyoruz?
Böyle söylüyoruz çünkü Arınç, bu sözleri ile Türkiye Cumhuriyeti devlet ve hükümetleri ile Türk halkının 30 yıldır PKK ile yaptığı mücadeleyi çöpe atmış bulunuyor. Tabii evrensel hukuk da sizlere ömür hâle gelmiş oluyor. Arınç’a hak verecek olsak, yalnız Diyarbakır Cezaevi’nde Kürt olduğu için işkence gördüğünü söyleyenlerin değil, Mamak’ta ülkücü ve solcu olduğu için uzuvlarına elektrik verilenlerin de dağa çıkmaları, devlete namlu çevirmeleri bir “Hak arama metodu” olarak tezahür ediyor.
İşte evrensel hukuk tam da burada can çekişiyor. İşkenceyi Murat yapacak, dağa çıkan Murat’ın çocuğunu, köylüsünü öldürecek! Velinin bebeğini kurşunlayacak, Şerife’nin torunlarını yakacak! Nereye kadar? Öldürülene, yahut yakalanana kadar! On kişiyi katledecek, yüz kişiyi katledecek, Ankara’nın en işlek işyerine bomba koyacak veya canlı bomba olup camiden çıkmış insanı, ailesini geçindirmek için ekmek peşinde koşan babayı, hastaneye giden anneyi paramparça edecek! Böyle bir hak arama metodu olur mu? Bir hukukçu böyle bir yolu hiç hak arama yolu olarak, “Ben olsam da öyle yapardım” diyerek meşrulaştırabilir mi?
Elbette meşrulaştıramaz, amma, oldu işte...
İslâmi açıdan ele aldığımızda ise... Arınç’ın verdiği bu aklın İslâm’la da uzaktan yakından alakası yok. Elbette haksızlığa uğrayan herkesin hakkını yine devlet, yine hukuk arayacak, aramalı. İşte burada“Şeriatın kestiği parmak acımaz” hükmü geçerlidir. Amma o hakkı kişi kendi eli ile aramaya kalktığında, Şeriat gelir hakkı kendi eliyle arayan parmağı kendi eliyle keser; sen de mağdurken katil olursun...
Bu konuyu daha söylendiği ilk gün gündeme getirmeyi düşündük. Lâkin bekledik! Neyi beklediniz derseniz, işine gelmeyen her sözü, bin sözün içinden cımbızla çekerek söyleyeni hedef tahtasına oturtup neredeyse anasından doğduğuna pişman eden Başbakan Erdoğan, bakalım ne tepki verecek, işte onu bekledik...
Hiçbir tepki vermedi...
Söyleyin Allah aşkına, bu sükûtun anlamı ne?
Erdoğan, Arınç’ı haklı görüyorsa o zaman güvenlik güçlerini niye PKK ile çatıştırıyor? Yok Arınç haksız ise, niye ağzına biber sürmüyor. Çünkü Arınç, kendisinin yardımcısı ve Hükûmetin sözcüsü. Konuştuğu şey hükûmeti de bağlıyor bir yönüyle... Başbakan Yardımcısının dağı adres gösterdiği bir ülkede kendinizi. PKK ile mücadele eden güvenlik güçlerinin yerine koyunuz, bu soruya öyle cevap veriniz!