Çözülen anayasa, savrulan ülke, bunalan halk / Kerim YILMAZ

Çözülen anayasa, savrulan ülke, bunalan halk / Kerim YILMAZ
Tercih de karar da seçim de senin kardeşim. Tabi yaşadığın hayat da....

Anayasa mahkemesinin üç kez hak ihlaline karşı hak/yetki gaspıyla direnen yargıçlara hak veren Meclis elbirliğiyle anayasayı çözdüler. Hükümet 2012 yılında hukuk devrimi yapmakla övündüğü anayasa mahkemesine bireysel başvuruyu kaldırmak için harekete geçti.

Anayasa 153.maddenin açık hükmüne göre bağlayıcılığı kesin iken sanki boşluk yahut tereddüt varmış gibi Adalet Bakanı Tunç defalarca “düzenlemeye ihtiyaç var” dedi. Nisan-2017 referandumunda CB hükümet sistemine geçilirken “Meclis güçlenecek, kanunları sadece milletvekilleri hazırlayıp teklif edilecek” demişlerdi, Meclisi devre dışı kaldı. Diğer yasa teklifleri gibi bireysel başvuru hakkını kaldıran metni hazırladılar yakında Saray'ın vesayetindeki Meclise getirecekler ve geçirecekler. Böylelikle mahkemenin arada sırada da olsa hukuk devletine uygun karar vermesinin yolunu tümden kapatacaklar.

Bunu yapmaya yeterli güçleri var da kaldırınca neyi kazanacaklar? Bireysel başvurulara bakan anayasa mahkemesinin tespitine göre yüzde yetmiş beş oranında hak ihlalleri ortadan kalkmış mı olacak? Siyasallaşan yargının kararları kendiliğinden adaletli mi olacak? Herkes için hukuk güvenliği mi gelecek? Yargıçların saygı duymadığı mahkeme kararlarına saygı mı duyulacak? Hukuk devletinden uzaklaşarak ülke bırakın yabancı sermaye çekmeyi yerli yatırımcısını bile kaybedecek.

AYM’nin Can Atalay kararı üzerinden koparılan fırtınada gözden kaçan karar içeriğinden bağımsız bizatihi anayasa hükmüdür. Bireysel başvurular üzerine verilen ihlal kararı, ilgili kurumları kesin bağlar. Yani o ihlali yapan her dereceden mahkemeyi ve yasamayı direkt bağlar. Çünkü anayasa tüm erkler bakımından bağlayıcıdır, bağlamıyorsa çözülmüş demektir.

Anayasanın çok önemli bir hükmü (153.md) askıya alınmışsa zımnen mülga olur ve Cumhurbaşkanı, bakanlar, Meclis başta kamu yetkisi kullanan tüm kişi ve kurumların yasal dayanağı ortadan kalkar. Fiili durum idaresi başlar, yetki ve sorumluluk sınırları aşılır, karışır ve sonuçta ülke yönetilmekten çıkar savrulmaya başlar.

Esasen tek adam yönetimine geçilmesinden beri ekonomi, adalet, eğitim, sağlık, diplomasi gibi temel konularda sürekli kötüleşme bu savrulmanın sonucudur. Sandıktan çıktım öyleyse ne istersem yaparım hesap da vermem diyen iktidarın sadakate yemin ettikleri anayasanın bağlayıcılığını çözmeleriyle otoriter rejime geçişin yolu açılmış olur.

Ekonomik krizin derinleşmesiyle yaşam faturası ağırlaşan halkın bunalmış, yarına ümidini ve sisteme güvenini kaybetmesi toplumsal zihinde otoritarizmi güçlendirir. Seçtiğinin, vaatlerinin tersine icraatlarıyla her geçen gün kötüleşen durumunu koruma güdüsünü istismar ederek halkın bu çaresizliğinden de beslenir. Bu tip iktidarlar yoksulluğu yok etmek yerine yönetmeyi yeğler. Bu döngü uzun sürerse önce kemikleşir sonra kanıksanır ve çıkışı çok zorlaşır.

Genel seçimlerden sonra her toplum kesiminin kötüleşen durumunu değiştirebilmesinin tek ve son şansı yerel seçimler olacaktır. Halkın iyiliğine olacak her vaadini seçim sonrasına bırakan iktidara sonraki dört yılda duyuramayacağı sesin adresi bu sandık olacaktır. Tercih de karar da seçim de senin kardeşim. Tabi yaşadığın hayat da....