2009 yılında tedavüle sokulan en büyük banknotumuz olan 200 TL, satın alma gücünün yıllar içinde hızla erimesi sonucunda adeta bozuk para haline dönüştü. Tedavüle girdiği yıllarda esnafın çoğu zaman bozmakta zorlandığı 200 TL’lik banknotla bir haftalık mutfak alışverişi yapmak çoktan tarihe karıştı. Kullanıma girdiğinde 10 Kg. kıyma satın alınabilen 200 TL’lik banknota bugün ancak 350 gram kadar kıyma geliyor. Şimdi en büyük paramızla dışarıda bir öğün yemek yiyebilmek bile mümkün değil. Yarım ekmek arası tavuk döner alabilene ne mutlu!

En büyük kağıt paramız olan 200 TL’lik banknotun büyük alışverişlerde yetersiz kalması 500 ve bin TL’lik yeni banknotların tedavüle sokulmasını ihtiyaç haline getirdi. Son zamanlarda daha sık gündeme gelen bu konu önünde sonunda iktidar için de kaçınılmaz olacak ve yeni 500 veya bin TL’lik banknotlarla tanışacağız.
Söz bin TL’lik banknottan açılmışken geçmişte bunların en ünlüsü olan "Mor Binlik"ten bahsetmemek olmaz… 1950’lerde dolaşıma giren ve halk arasında "Mor Binlik" olarak adlandırılıp efsane haline gelen bin TL’lik banknotla ilgili dönemin ünlü gazetecisi Necmi Onur’un bir röportajını bu vesileyle sizlerle paylaşmak istiyorum.

1955 yılında Hafta Dergisi’nde yayınlanan “Meğer dünyanın en zor işi bin lira bozdurmakmış!” başlıklı yazısıyla zaman tünelinde bir yolculuğa çıkalım:
***
Geçenlerde bir yerden para alacaktım. Bana parayı verecek olan şahıs bir adet bin lira uzatarak:
"-Kusura bakmayınız" dedi, "Hiç bozukluk yok!..."
Parasızdım. Onun için biraz sıkılarak:
"Veriniz ben bozdurayım." teklifinde bulundum. Keşke bulunmasa idim. Meğer dünyanın en büyük davalarından biri de bin lira bozdurmak imiş!...
Önüme gelen dükkâna girip "Şunu bozabilir misiniz?" diyordum.
Elimdeki mor renkli ufacık para daha çok iki buçukluğa benzediği için kimisi umursamadan kafasını çeviriyor, onun binlik olduğunu ihtisaslarına dayanarak derhal anlayanlar ise, bıyık altından gülerek:
"Beyim bizde onun yarısı olsa dükkânı kaparız!..." diye cevap veriyorlardı.
Elimde para, bir hayli dolaştım. İlk olarak bir kasap dükkânına girdim. Posbıyıklı bir adam kocaman satırla et kesiyordu.
"-Şunu bozabilir misiniz?"
Kafasını çevirip baktı. Sonra sordu:
"Kaçlık o?"
Umursamaz bir jestle ve dudaklarımı kımıldatmaya üşeniyormuşum gibi:
"Hiç canım bin lira" dedim.
Kasap gözlerini açarak:
"-Nerede bizde o para beyim?" dedi.
Çaresiz onun yanındaki bakkala girdim. Tezgâhın başında genç bir delikanlı oturuyordu.
"-Aslan şunu bozabilecek misiniz? "
Paraya baktı; "Bin lira mı o?"
"Evet"
"Nerede abi bizde o para?.."
Gerisini dinlemedim. Bakkalın biraz ilerisinde seyyar bir köfteci vardı. Başında bir kaç hamal öğlen yemeklerini yiyorlardı.
Yanaştım:
"-Şu parayı bozabilir misiniz dayı?" dedim. Adam sıcak ekmeğin ortasına vıcık vncık yağlı köfteleri sıkıştırırken Kafasın bile çevirmeden sordu: "Kaç lira o?" Benim yerime bir hamal cevap verdi:
"Bin lira, bin!..."
Köfteci işine devam ederek:
"Biz onun rengini bilmeyiz be ağam" dedi, "Eğer bin liracığım olsa Zeytinburnu'nda bir gecekondu yapacağım kendime!"
Köftecinin ilerisinde en aşağıdan 40 bin liralık bir araba vardı. Şoförü de fiyakalı. Yanaştım.
"-Bay şoför şu parayı bozabilir misiniz?"
Şoför vatandaş paraya bir göz attı ve cevap verdi:
"Abi ben o parayı bulsam yedek parça alır da işlerimi ayarlarım be. Bin lira nerede biz nerede?"
Bin lira elimde Tophane'den Beşiktaş'a kadar geldim. Karnım acıkmıştı. Bir lokantaya girdim. Yemek yedim. Garsona:
"-Buyurun" dedim. Biçarenin gözleri açıldı. Parayı aldı. Sonra geri getirdi.
"-Bozuk yokmuş beyim."
"-Bende de yok."
Lokantacı bu, alacağım bırakır mı insanda?.. Tanıdık olsa ne ise. Üstelik yabancı. Bozukluk olmadığını anlayınca da yemek yiyenlere doğru seslendi.
"-Bin lira bozacak var mı beyler?"
Ta köşeden üstübaşı perişan biri seslendi.
"-Getir buraya..."
Garsonla birlikte bin lirayı götürdük. Garson adamı tanıyormuş:
"-Yaşa be Recep" dedi, "Ne çıkarsa sebzecilerden çıkar be. Domates paraları değil mi bunlar?"
Recep cevap vermedi. Kirli paraları saydı ve bin lirayı tamamladıktan sonra belki iki bin lira tutan diğer bozuklukları da cebine yerleştirdi. Sonra bizim binliğj aldı. Dikkatle tetkik etti.
"-Abi" dedi. "kâğıdın var mı?"
"-Var" dedim ve bir kâğıt verdim.
"-Yazıver şuraya" dedi ve ilâve etti, "falan numaralı bin liralığı ben verdim."
Yazdım. Altına adresimi de ilâve ettirdi. İmzaladım. Sonra bin lirayı uzatarak:
"-Bir de paranın üzerine imzala abicim..." dedi. İmzaladım. Hem de müdürler gibi. Paranın üzerindeki imzalardan daha fiyakalı!...
Ve bin lirayı işte böylece, ancak elime geçtiğinden 4 saat sonra bozdurabildim!..
(Röportaj: Necmi Onur / Hafta Mecmuası/ Aralık-1955)
Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi ve ülkemizdeki ilk gece maçı - Ahmet Yabuloğlu ile Evvel ZamanSpor