Emrah Ece: “Bozkırın Hikayeleri”

Emrah Ece: “Bozkırın Hikayeleri”
Önemli bir takipçi kitlesi bulunan edebiyatçı Emrah Ece’nin ilk kitabı okuyucuyla buluştu.

Dünyanın hikâyelerden oluştuğunu düşünen yegâne tür insandır. Etrafımızda olup bitenleri sembollerle temsil ediliyormuşçasına ele alırız. Şimdi elimizde Türk halklarının geçmişteki hünerlerini ve maceralarını kulaktan kulağa anlatılan sözlerden basılı hikâyelere aktaran değerli bir eser var: Emrah Ece'nin ilk kitabı "Bozkır Hikâyeleri"

Emrah Ece, bir avcı gibi eski Türk halk hikâyelerinin izini sürmüş. Konuları derinlemesine araştırıp kısa bir seçki hazırlamış. Kurt, kartal, ayı, hortlak, cadı ve avcı gibi çok çeşitli metaforların gücünden yararlanarak farkındalık yaratan hikâyeleri bir araya getirmiş. Ötüken Neşriyat etiketiyle yayımlanan "Bozkır Hikâyeleri", özündeki zengin güçle yaşadığımız çağın sınırlandırıcı mekânından bizi koparıp macera dolu bozkırlarda gezdiriyor.

Hikâyelerin ardından bozkırlara uzanan bir serüven…”

Emrah Ece’nin ilk kitabının arka kapak yazısını ise Yedikuleli Mansur ve Istrancalı Abdülharis Paşa’nın yazarı Mehmet Berk Yaltırık kaleme aldı. Meddahlık geleneğinin tarihe karışmasına karşın yeni platformlarda yeni hikaye anlatıcılarının ortaya çıktığını ve Emrah Ece’nin de bu isimlerden biri olduğunu söyleyen Yaltırık “Bozkır Hikayeleri”ni şu cümlelerle anlatıyor:

“Hikâyeler tılsımını kolay kolay yitirmezler. Zaman ve zemin dönüştükçe var olurlar,farklı ağızlarda ve formlarda yaşarlar.

Yazılı edebiyatın ilham kaynağı olan halk anlatılarıyla birlikte varlıklarını sürdürürler. Söylence, mit, efsane, rivayet, masal…

Türlü biçimlerde tekrar tekrar vücut bulurlar. Günümüzün eğlenceleri ve meşgaleleri dahi kolay kolay alt edemez anlatıları. Bir elektrik kesintisinde kıpırdanırlar yahut hikâye anlatılması gerekmişse aniden dökülüverirler belleğin heybesinden.

Kahvehane köşelerinin meddahları tarihe karışsa da, tiyatrolarda, sokaklarda hatta sosyal medyada yeni yeni hikâye anlatıcıları, masal anlatıcıları peyda olmaya devam ediyor. Emrah Ece de onlardan birisi. Hikâyenin, anlatının alamet-i farikası ağızdan ağıza aktarılırken aktaranın beğenisinden, dimağından süzülmesi, yeniden şekillenmesidir. O da denk geldiği, duyduğu yahut okuduğu hikâyeleri, anlatıları, söylenceleri kendi üslubuyla başka kulaklara, gözlere aksettiriyor.

Söylencelerin, hikâyelerin ardından bozkırlara, Kaf Dağı’nın ötesindeki diyarlara uzanan bir serüven okurlarını yahut “maceracılarını” bekliyor…”