Erdoğan’ın gizli mektubu!
Bugünleri anlamak için Erdoğan’ın 3 Kasım 2002’de, yani partisinin seçim zaferinden bir gün sonra Pentagon’a yazdığı gizli mektubu bilmek gerekiyor. İşte basına yansıyan ve bugüne kadar yalanlanmayan o mektup: “Dr. Paul Wolfwitz, Savunma Bakan Vekili, 4 Kasım 2002
Değerli Dr. Wolfowitz,
Ülkelerimiz arasındaki tarihsel ortaklık ve dostluğun gelecekte de sürmesi ümidimi paylaşmak için, bu mesajımı ortak dostlar aracılığıyla doğrudan size ulaştırmak isterim.
Seçim sonuçlarının bizim Genelkurmay saflarında biraz rahatsızlık yaratmış olabileceğinden, resmî konumunuz gereği, hiç kuşkusuz haberdarsınızdır. Bilmenizi isterim ki, onların müreffeh, seküler(çağdaş) ve birinci dünya topluluğunun güvenilir bir üyesi olması ümitlerini partim ve ben de paylaşıyoruz. Ve geçmişte hiç olmadığı kadar birleşmiş olan ülkemizin çıkarları için en iyi olacak şekilde birlikte çalışabileceğimiz kanaatindeyim.
Bu amaçla, Org. Özkök ile mümkün olduğu kadar kısa sürede mahrem, özel bir toplantı yapabilmeyi ümit ediyorum. Özel cep numaram şudur: 0533 7... Bu yardım ve ülkemize geçmişte gösterdiğiniz dostluk için çok teşekkürler. Sizinle kişisel olarak görüşmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Recep Tayyip Erdoğan Genel Başkan”
17 Ocak 2004’te Hayrullah Mahmut’un Star Gazetesi’nde yayınlanan bu mektubu o gün bugündür yalanlanmamıştır. Ne kadar iyi niyetle bakarsanız bakınız seçimden büyük bir zaferle çıkmış ve iktidar koltuğuna oturmuş bir partinin Genel Başkanı kendi Genelkurmay Başkanı’ndan randevu alabilmek için “ortak dostları” aracılığıyla ABD Savunma Bakan Yardımcısı’ndan yardım talebinde bulunuyor..
Çiçeği burnunda bir liderdir, bir acemiliktir yapmıştır, derseniz, yanılırsınız.. Erdoğan’ın bu tavrı Başbakan olduktan sonra artarak devam etmiş ve netice “BOP Eş Başkanlığı” olarak tam bir “El’e-Eldiven olma” ilişkisine dönüşmüştür. PKK’nın terör örgütü listesinden çıkıp “aktivist” konumuna gelmesi ve Öcalan’ın bir devlet başkanı gibi Erdoğan’ı temsil eden devlet ve hükümet görevlileriyle aynı masayı paylaşması işte bu sürecin ve işte bu “ortak dostların” ürünüdür.
O “ortak dostların” Erdoğan’ın Washington’da, “Beni İshak Alaton’dan sorun” demesiyle kimler olduğunu anlıyoruz.
Bu ortak dostun epey zamandır işi gücü, “Türkler Ermeni soykırımını kabul etsin” türküleri söylemek. Bu “ortak dostun” bir kimliği de TESEV’ci olması... Biliyorsunuz TESEV, “Şehitlik ve gazilik kavramlarının kaldırılması” tavsiyesinde bulunan bir “sivil toplum kuruluşu” dur.
“Sivil” i tırnak içinde yazdık, çünkü TESEV’in arkasında onlarca Avrupalı ve Amerikalı teşkilât var ve bu kuruluşa milyonlarca dolar para aktarıyorlar. Bu paralarla Türkiye’de sosyal projeler destekleniyormuş, öyle diyorlar.
Bu sosyal projelerin neler olabileceğini bugün TESEV’in başında bulunan ve Erdoğan’ın “Akil adamlarından” olan Can Paker’in, “Öcalan artık hapisten çıkartılsın, devletle aracısız olarak görüşsün” talebinden anlayabilirsiniz...
Evet, bugünleri anlamak için partisi seçimleri kazanır kazanmaz Erdoğan’ın Pentagon temsilcisine yazdığı o mektubu hatırlamakta fayda var..
PKK’dan Suriye meselesine kadar başımızda kaç bin belâ var ve başımıza kaç çuval geçirildi de özür dilenmesi talebinde bile bulunulamadıysa işte bu “duruş” sebebiyledir..
Elleri kan ve gözleri kin olan ABD Başkanlarının “sesini özlemek” de, Kırmızı odalarda “Sevmediğiniz Esad’ı sizin adınıza biz devirelim, amma siz de bize yardımcı olun” taleplerinde bulunmak da yine aynı sebepledir.
Şeker pancarı ekimine kota konurken ABD’nin bütün dünyada yasaklanan genetiği değiştirilmiş mısırından şeker üretimi payının yükseltilmesine; Bush’un, “Özelleştirilmesi cesaret ister” dediği Türk Telekom’un arkasında İsrail olan firmaya üç yıllık kârı karşılığı satılmasına kadar her ne var ise, evet, işte bu “duruş” yüzündendir...
Bunun adına AKP’liler, “Dünya liderliği” diyor, Sayın Erdoğan da “inanmış gibi” yapıyor. Zira o gerçeği biliyor. Dünya lideri Obama’dır. Dünyada o ne derse o oluyor.
Rumlar Akdeniz’in petrol ve doğal gazını zimmetlerine geçirirken Yunanistan sahipsiz Ege adalarına Yunan bayrağı çekmeye devam ediyor..
Yani...
“Dünya liderinin” yönettiği Türkiye’nin gücü, iflas etmiş Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistan’a bile yetmiyor.