Uzun yıllardır kaygı bozukluklarının tedavisinde yaygın olarak kullanılan Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve farmakolojik yöntemlerin etkinliği bilim camiasında kabul görmüştü. Ancak, özellikle dirençli vakalarda daha kalıcı ve hızlı sonuçlar elde etme arayışı, uzmanları beyin fonksiyonlarını derinlemesine incelemeye yönlendirdi.
Son dönemde kaygıya neden olan duygusal anıların yeniden işlenmesi ve silinmesi üzerine odaklanan nörobilim temelli yaklaşımlar, tıp dünyasında büyük bir heyecan uyandırdı.
BİLİMSEL ARAŞTIRMA: ANILARIN ESNEKLİĞİ ÜZERİNE ODAKLANILDI
Kaygı ve korku tepkilerinin temelinde yatan, beynin duygusal anıları depolama ve geri çağırma süreçlerine odaklanan bir dizi bilimsel araştırma, tedavide yeni bir kapı araladı. Özellikle travma sonrası stres bozukluğu ve yaygın kaygı bozukluğu vakaları için umut vadeden çalışmalar, anıların "konsolidasyon" ve "rekonsolidasyon" süreçlerini hedef aldı.
Bilim insanları, bir anının tekrar canlandığı anda geçici olarak "esnek" hale geldiğini ve bu kısa pencere içinde anının duygusal yükünün değiştirilebileceğini veya etkisizleştirilebileceğini ifade etti. Bu yöntemler, kişinin kaygı duyduğu tetikleyici durumlara karşı verdiği biyolojik tepkileri, yani koşullu kaygı tepkilerini, kalıcı olarak azaltmayı amaçladı.
UZMANLARDAN ÇARPICI YORUMLAR
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Stanford Üniversitesi'nden tanınmış nöropsikiyatrist Dr. Andrew Huberman, konuya ilişkin yaptığı açıklamada bu yeni yaklaşımların potansiyeline dikkat çekti.
Dr. Huberman, bu tür tedavilerin, sadece semptomları hafifletmek yerine, kaygı bozukluğunun beynin sinir devresi düzeyindeki kökenine müdahale etme yeteneği taşıdığını dile getirdi. Huberman, "Gelecekte, kaygı bozukluğu tedavisi çok daha az zaman alacak ve sonuçlar, öğrenme mekanizmalarını taklit ederek, daha kalıcı olacak" ifadelerini kullandı.
İngiltere'deki Oxford Üniversitesi Bilişsel Nörobilim Merkezi'nden Prof. Dr. Sarah J. Blakemore, anı rekonsolidasyonunun kaygı tedavisindeki rolünü desteklediğini bildirdi.
Prof. Blakemore, bu yöntemlerin, özellikle EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) gibi mevcut terapilerin bilimsel altyapısını güçlendirerek, onlara nörolojik bir derinlik kattığını vurguladı.
Blakemore, "Kaygı, beynin kendini koruma mekanizmasının aşırı tepki vermesidir. Bu yeni çalışmalar, beynin bu 'aşırı alarm' durumunu nazikçe yeniden ayarlama imkanını sundu" şeklinde konuştu.
TEDAVİ ALANINDA KÖKLÜ BİR DÖNÜŞÜM BEKLENİYOR
Geliştirilen bu yeni yaklaşımlar, kaygı bozukluğu olan bireyler için uzun ve yorucu olabilen geleneksel terapi süreçlerine kıyasla, daha hedefe yönelik ve kısa süreli müdahalelerle sonuç elde etme umudunu artırdı.
Bilimsel camia, bu nörobilimsel temelli yöntemlerin, önümüzdeki on yıl içinde kaygı bozukluğu tedavi protokollerinde temel bir standart haline gelebileceğini öngördü.