Kentsel dönüşüm, özellikle afet riski taşıyan şehirlerde yaşanabilir, güvenli ve çağdaş bir çevre oluşturmak adına büyük bir fırsat sunar. Ancak bu süreç, her ne kadar kamuoyunda önemli bir ihtiyaç olarak kabul edilse de, uygulamada istenildiği hızda ilerlememektedir. Türkiye'de başlatılan birçok kentsel dönüşüm projesi ya gecikmekte ya da beklenen etkiyi yaratamamaktadır. Bu yavaşlığın ardında çeşitli yapısal, ekonomik, hukuki ve toplumsal nedenler bulunmaktadır.

En temel sorunlardan biri mülkiyet yapısının karmaşıklığıdır. Özellikle büyük şehirlerde, bir parsel üzerinde birden fazla hak sahibinin bulunması, dönüşüm sürecinin tıkanmasına neden olmaktadır. Anlaşmazlıklar, davalar ve kamulaştırma süreçleri projelerin aylarca, hatta yıllarca ertelenmesine yol açabilmektedir. Bu da projelerin hem maliyetini artırmakta hem de güven kaybına sebep olmaktadır.

Bir diğer önemli etken ise finansal kaynakların yetersizliğidir. Kentsel dönüşüm büyük yatırımlar gerektiren bir süreçtir. Devletin sunduğu teşvikler ve krediler çoğu zaman yeterli gelmemekte, özel sektör ise ekonomik belirsizlikler nedeniyle risk almaktan çekinmektedir. Ayrıca, yüklenici firmaların maliyetleri karşılayacak yeterli finansmana sahip olmaması ya da projeleri ticari kazanç odaklı ele alması, süreci geciktiren unsurlar arasında yer almaktadır.

Bürokratik engeller de dönüşümün yavaşlamasında önemli bir rol oynamaktadır. Planlama süreçlerinin uzun sürmesi, imar planlarının sürekli değişmesi ve ilgili kurumlar arasındaki koordinasyon eksikliği, projelerin başlamasını geciktiren başlıca nedenlerdendir. Özellikle merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında yaşanan yetki çatışmaları, projelerin saha uygulamasına geçmesini zorlaştırmaktadır.

Toplumsal boyut ise sıklıkla göz ardı edilen ama sürecin başarısını doğrudan etkileyen bir başka faktördür. Vatandaşların yeterince bilgilendirilmemesi, katılımcı bir modelin oluşturulmaması ve güven eksikliği, halkın projelere direnç göstermesine neden olmaktadır. Kimi bölgelerde “rantsal dönüşüm” algısı, sürece olan desteği zayıflatmakta ve toplumsal tepkiye yol açmaktadır.

Sonuç olarak, kentsel dönüşümün yavaş ilerlemesinin ardında çok katmanlı ve iç içe geçmiş nedenler bulunmaktadır. Bu süreci hızlandırmak için yalnızca fiziksel yapıları değil, sistemin tüm bileşenlerini yeniden değerlendirmek gerekmektedir. Daha şeffaf, katılımcı, planlı ve kaynak açısından sürdürülebilir bir yaklaşımla, dönüşüm süreçleri hem hızlandırılabilir hem de toplumsal desteği artırabilir. Aksi halde, potansiyelini tam anlamıyla gerçekleştiremeyen projelerle karşı karşıya kalmaya devam edeceğiz.