Kıbrıs'ta 36. gurur yılı

Gazeteci olarak, fiilen katıldığımız 2. Barış Harekatı'ndan beri, Kıbrıs sorunuyla çok yakından ilgilenmemize ve belki de onlarca "uyarı" yazılarımıza rağmen, bu millîi davamıza tam anlamıyla destek verilmediğine tanık olmamız bizleri üzüyor.

KKTC'nin İstanbul Başkonsolosluğun, basınla ilişkisinin de yeterli olmadığı anlaşılıyor. Her şeye rağmen, yavru vatan ve anavatanda 36. Kuruluş yıldönümlerinin coşkulu bir şekilde kutlanması her Türk'e onur veriyor. 

Oysa Kıbrıs'ta sürdürülen siyasi görüşmeler adanın gün geçtikçe ve adım adım yitirildiğinin ağırlığını hissettiriyor.

Rumların hiçbir şekilde adada, Türk tarafını istemediklerini hele ayrı bir hükümranlıktan bahsedilmesinden bile "tedirgin" oldukları nedense bir türlü fark edilmiyor.

Rumlar, yıllardan beri aynı görüşü, aynı tavrı ve aynı planı, çeşitli kılıflar altında savunuyor. En büyük hedefleri ise, anlaşmalara dayalı haklarını kullanarak, Türk halkını soykırımdan koruyan Türk Ordusu'nun adadan ayrılmasını sağlama olduğu da biliniyor.

Ne yazık ki, uluslararası güçlerin de daima desteğini arkalarında bulan Rumlar, işi santim santim götürüyor.

Orta Doğu yangınının kıyısındaki Kıbrıs'a, şimdi daha stratejik ağırlık yüklenirken, başta "egemenlik" olmak üzere Türklerin bütün hakları da ellerinden alınıyor.

Gerçekten de AB destekli, İsrail'in de rol aldığı ABD projesi, gün be gün kendini ve doğuracağı  "tehlikeyi" gösteriyor.

Kıbrıs'ı da içine alan senaryo, Doğu Akdeniz ve Ege'deki; petrol, doğal gaz rezervleri üzerinde oynanıyor.

Tarih boyunca jeopolitik, jeostratejik konumuyla küresel güçlerin mücadelelerinin odak noktası olan Doğu Akdeniz, günümüzde de petrol, doğal gaz rezervleri, hatta verimli tarım alanlarıyla önemini koruyor.

Öte yandan; Orta ve Doğu Akdeniz ülkelerindeki yönetimleri değiştiren "Arap Baharı" , Suriye'nin durumu, Filistin sorunu, İsrail'in uygulamaları ve hatta İran olgusu bölgedeki güvenliği tehdit ederken, Türkiye'nin de bu aşamada, küresel güçler karşısında taviz vermeye  zorlandığı  ortaya çıkıyor.

Buna bir de Doğu Akdeniz'in kendi doğal gaz kaynakları eklenince, bölge üzerine yapılan planlar daha önem kazanıyor.

Artık Doğu Akdeniz petrol terminallerinin yoğun olduğu bir bölge iken yakın gelecekte petrol-doğal gaz üretim platformu yoğun bir coğrafya olurken, özellikle petrol ve doğal gaz tanker trafiğinin çok artacağı hesaplanıyor.

Tabii ki, Doğu Akdeniz'in doğal gazı, bölgenin güvenlik stratejisini de temelinden değiştiriyor.

İsrail bulduğu doğal gaz kaynakları ile bölgede büyük bir enerji oyuncusu olmaya soyunuyor.

ABD petrol firmaları ile Rusya'nın Gazprom firması İsrail ile iş birliği içinde sondaj hazırlığı yapıyor.

Böylece, Doğu Akdeniz'den başlayan yeni bir enerji koridoru yaratma arayışı, bölgeyi "sürdürülebilir gerginlik" coğrafyası haline getiriyor.

Görünen odur ki "sürdürülebilir gerginlik", ABD'nin istediği ve çoğu zaman uyguladığı bir stratejiyi sergiliyor.

Projeksiyon Ada'nın üzerine çevrilecek olunursa, Kıbrıs'ta enerji terminalleri ve LNG tesisleri için harekete geçilirken, bu büyük yatırımlardan ABD'nin ve bazı güçlü AB ülkelerinin yanı sıra Rusya da payını almanın temellerini atıyor.

KKTC'nin tamamen ortadan kaldırılma projesinin temelinde işte böylesine uluslararası menfaatler ve pay kapma yarışı bulunuyor.

Tek taraflı kararlarla enerji siyasetini yürütmekte, Doğu Akdeniz'de petrol ve doğal gaz çıkarılması için yabancı şirketlere imtiyazlar dağıtılıyor.

Başta İsrail, Mısır, Lübnan, Ürdün ve  Fransa olmak üzere çeşitli ülkelerle anlaşmaları imzalamakta, Fransa ve ABD'nin askeri üsler kurması için gizli anlaşmalar yapılıyor.

Ne var ki; Kıbrıs Türk'ü "özgürlüğünü" korumayı canı uğruna sürdürüyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları