Bazen öyle bir kitapla karşılaşırsınız ki, elinizden bıraktığınızda sadece bir hikâyeyi bitirmiş olmazsınız; aynı zamanda kendi iç dünyanızda uzun bir yürüyüşten dönmüş gibi hissedersiniz. Prof. Dr. Engin Geçtan'ın Kırmızı Kitap’ı benim için tam olarak bu etkiyi yaratan eserlerden biri oldu. Kitap, bilimin soğuk ciddiyetini edebiyatın sıcak ve sarmalayıcı diliyle birleştiren, bir psikiyatrın kaleminden çıkma nadir romanlardan.
Eğer Geçtan'ı yalnızca İnsan Olmak gibi o klasikleşmiş psikanaliz metinleriyle tanıdıysanız, Kırmızı Kitap size bambaşka bir kapı aralayacak. Zira bu roman, o derin bilgeliği, bu kez kurgunun ve gizemin arkasına ustaca saklıyor.
BEYAZ KAHVEDE BAŞLAYAN GİZEM
Hikâye, yakıcı sıcak bir yaz günü, beyaz ve tenha bir kaldırım kahvesinde, yan yana oturan, ancak bambaşka dünyalara aitmiş gibi duran iki karakterle açılıyor: Te ve Ra. Ancak bu durağan başlangıç, kısa süre sonra bir film setine, oradan da ana oyunculardan Ra'nın aniden ortadan kayboluşuna bağlanıyor.
Herkesin bir kaçırılma vakası olarak gördüğü bu olay, Ra'nın filmdeki peruğu ve kostümüyle dolaşan gizemli bir kadının ortaya çıkmasıyla başka bir boyut kazanıyor. Kaybolan sadece bir insan mı, yoksa bir kimlik mi?

POLİSİYENİN ÖTESİNDEKİ PSİKOLOJİ
Geçtan, kurguyu bir polisiye gerilim örgüsü üzerine kurarken, aslında bizi bambaşka bir yere davet ediyor: Bilinçdışının sisli dehlizlerine.
Kitabın en çarpıcı yanı, kayıp Ra'nın hikayesini 1940'lı yıllardan bugüne uzanan, travmalarla dolu, iç içe geçmiş başka hikâyelerle buluşturması. Bir an bakıyorsunuz ki, dedektiflik oyununun peşindeyken, diğer yanda karakterlerin çocukluktan taşıdığı, zamanı aşan, bastırılmış acılarla yüzleşiyorsunuz. Geçtan, travmaların tıpkı Ra'nın kayboluşu gibi nereden ve nasıl patlak vereceğinin belli olmayacağını gösteriyor bize. Onlar, zamanı aşan ve en umulmadık anda, bir kostüm ya da bir peruk suretinde günlük yaşama sızan hayaletlerdir.
DOST MECLİSİNDE BİR PSİKANALİST
Yazar, sade ama derinlikli diliyle, sanki hemen yanı başınızdaki bir dostunuzla dertleşiyormuşçasına samimi bir tonda konuşuyor. Onun cümleleri, ne akademik bir ağırlık taşıyor ne de sıradan bir popüler romancının yüzeyselliğini. Tam ortada, insana dair en karmaşık duyguları bile anlaşılır kılan bir denge kuruyor. İşte bu yüzden, Kırmızı Kitap'ı okurken sık sık durup "Evet ya, tam da böyle!" dediğinizi fark ediyorsunuz.
KAYIP KİŞİ VE VAROLUŞSAL ARAYIŞ
Roman, sadece bir kayboluşu değil, aynı zamanda varoluşsal bir arayışı da anlatıyor. Karakterler, kaybolan kişiyi ararken aslında kendilerinin de ne kadar kayıp olduğunu anlıyorlar.
"Trenlere, uçaklara, gemilere biniyorlar ve bir yere gittiklerine inanıyorlar. Bana sorarsanız hepsi düş! Yerleri değişse de yine bulundukları yerdeler." (Syf. 115)
Engin Geçtan, bu eseriyle, okuyucusuna sadece bir hikâye sunmak yerine, kendi içindeki kırmızı kitabı açması için bir davetiye gönderiyor. Sürükleyici bir olay örgüsü, katmanlı karakterler ve derin bir felsefi altyapı... Eğer elinizden düşürmeyeceğiniz, ama aynı zamanda okudukça zihninizde yeni kapılar açacak bir roman arıyorsanız, bu eseri kitaplığınıza eklemenizi şiddetle tavsiye ederim. Her okunuşta farklı bir travmanın izini süreceğinizden, farklı bir karanlık noktaya ışık tutacağınızdan eminim.