"Suriyeliler nasıl kalıcılaştırılır?"

"Suriyeliler nasıl kalıcılaştırılır?"
Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Av.Hüseyin Özbek, "Medyaya servis edilen haberin kronolojik bir dikkatle gözden geçirilmesi halinde, Suriyelileri Türkiye’de kalıcılaştırma operasyonunun ustalıklı sürekliliği dikkat çekmektedir" dedi.

Türkiye'de her geçen gün büyüyen Suriyeli sorununa dikkat çeken Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Av.Hüseyin Özbek, "Türkiye’yi istila eden Suriyeli insan selini, Hz. Muhammed’in Hicreti üzerinden benimsetme çabasının etkisini yitirmeye başlaması Türk Milletinin derin bilinçaltında yaşattığı tarihsel deneyimleri, kolektif sezgisi ile kendisine kurulan demografik tuzağı hissetmesiyle ilgilidir" dedi.

Özbek'in değerlendirmeleri şu şekilde:

"Suriye iç savaşının tetiklediği göçün, dil ve kültür paydaşı komşu Arap ülkelerine değil de niçin Türkiye’ye yönlendirildiği sorusu cevabını da içinde barındırmaktadır. Çünkü bu kurgulu göç, Türkiye’nin ulus devlet, üniter yapı esaslı kuruluş mimarisini hedef alan bir stratejinin gereği gerçekleştirilmiştir.

Ülkeyi yönetenlerin Kısas-ı Enbiya’dan ileri gitmeyen tarih körlüğü, realiteden kopuk Ensar-Muhacir fantezisi, Türkiye’ye kurulan demografik tuzağın zamanında fark edilmesini engellemiştir. Günümüz Türkiye’sinde, ülkenin kuruluş kodlarıyla sorunlu bir geleneğin mirasçılarının siyasi gücü ele geçirmesi halinde neler yaşanacaksa birebir onlar yaşanmaktadır. Kurucu iradenin, Osmanlı’nın çöküşünden alınan dersler doğrultusunda inşa ettiği yeni devletin varoluş felsefesinin antitezini temsil eden anlayış, dünyaya hükmeden güçlerin bölgeye yönelik gerçek niyetlerini okuyacak stratejik akıldan yoksundur.

Mekke Oligarşisinin baskıları tahammül edilemez hale gelince, Hz.Muhammed’in ardından Medine’ye hicret eden Mekkeliler (Muhacir) ile Medineliler (Ensar) arasındaki ilişkinin Suriyeliler üzerinden güncellenmesindeki akıl ve bilim dışılık ayrı bir yazının konusudur. M.S 7.yüzyılda Mekke’nin 25.000, Medine’nin 10.000 nüfuslu iki Arap kenti olduğunu öncelikle belirtelim. Bir Arap kentinden diğerine giden muhacir sayısının da 186 olduğunun altını çizelim. Aynı kültürden gelen, aynı dilin konuşulduğu bir kentten diğerine göç halinde iki taraf açısından da bir uyum sorunun yaşanmayacağı açıktır.

Türkiye’yi istila eden Suriyeli insan selini, Hz. Muhammed’in Hicreti üzerinden benimsetme çabasının etkisini yitirmeye başlaması Türk Milletinin derin bilinçaltında yaşattığı tarihsel deneyimleri, kolektif sezgisi ile kendisine kurulan demografik tuzağı hissetmesiyle ilgilidir. Ülkeyi yönetenler, öngörüsüzlüğün, tarih bilincinden yoksunluğun, devlet hafızasına sırt çevirmenin yarattığı tablo karşısında tam bir şaşkınlık içindedir. Şam’daki Emevi Camiinde Cuma namazı, şizofrenik bir hayaldi. Gerçek olansa, 80 milyonluk Türkiye’de sokaktaki her 10 kişiden birinin, her türlü ayrıntısıyla kurgulanmış yasa dışı göçle Türkiye’ye yönlendirilmiş yabancı olmasıdır. Üstelik bu demografik istilayı tehlike olmaktan çıkarıp, topluma entegre edecek ortak kültür paydası ve müşterek bir mazi de bulunmamaktadır.

29 Ekim 1923, Türkiye’nin kuruluş mimarisinin simgesel tarihidir. Türkiye Cumhuriyeti, milli ekonomi, milli bürokrasi, milli orduyu, taşıyıcı kiriş ve kolonlar olarak tasarlamıştır. Çağdaş hukuk ve milli yargısı olan, milli bir devlet tasarımı, bulunulan coğrafyada var olabilmenin kurumsal teminatları olarak düşünülmüştür. Osmanlı’nın çok dinli, çok dilli, çok etnisiteli yapısı imparatorluklar açısından doğal olarak kabul edilebilirdi. Osmanlı imparatorluğunun 1.Dünya Savaşıyla tasfiyesinden sonra kurulan yeni devletin, varlığını sürdürebilmesi için ulus devlet, üniter yapıda inşası zorunluydu. Çünkü imparatorluklar çağı geride kalmıştı. Türkiye Cumhuriyeti, bu nedenle milli ve çağdaş bir eğitim politikasıyla özgür düşünceli, ulus bilincine sahip yurttaşlardan oluşan çağdaş bir toplumu hedeflemişti. Kuruluş döneminden yakın zamanlara kadar devam eden eğitim ve kültür politikası, tarihten ders alan stratejik devlet aklının yansımasıydı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş kodları, bu coğrafyada var olabilmenin ekonomik, siyasal, sosyolojik zorunlulukları ve aynı zamanda hedefleridir. Kuruluş kodlarına yönelik itiraz sahiplerinin yakın geçmişte dış dinamiklerce statükoya karşı reformistler olarak teşvik edilmesinin nedenleri şimdi daha iyi anlaşılmaktadır.

Batının stratejisi, demografik selin, Kapıkule’den ileriye geçmesini önleme üzerine kuruludur. Asya’dan, Afrika’dan kopup gelen yığınları metropollerinde görmenin kâbusunu yaşayan AB’nin Türkiye’ye dayattığı Geri Kabul Anlaşması’nın özü, Avrupa’nın demografik saflığının ve kültürel homojenliğinin korunmasıdır. Türkiye’ye verilen rol ise, birkaç milyar Avro karşılığı, demografik çöplük olmayı kabullenmesidir.

Farklı siyasi tercihten insanların, demografik istilanın simgesi haline gelmiş Suriyeliler konusunda ciddi boyutlara ulaşan ortak tepkisi üzerinde düşünülmelidir. Bu durumu çarpıtarak, ırkçı nefret olarak nitelemek, insan hakları bağlamında yermek, meselenin kasıtlı olarak başka bir yöne çekilmesiyle ilgilidir.

Burada üzerinde durulması gereken, köklü geçmişin, tarihsel deneyimlerin olgunlaştırdığı, diğer etnisitelerle birlikte yaşama kültürüne sahip bir milletin, devletin kuruluş denklemini değiştirecek, toplumsal dengeleri bozacak kurgulu göçün farkına varıp, gelecek endişesiyle tepki göstermeye başlamasıdır.

"halkının sağduyusundan ve gelecek endişesinden kaynaklanan tepkisini etkisizleştirmek ve saptırmak için somut örneklerini sunacağımız ciddi bir toplum mühendisliği yürütülmektedir. Demografik istilayı kurgulayanlar, Suriyeli ve diğer grupların Türkiye’de kalıcılaştırılması için medya ve diğer etki dinamiklerini finanse etmekte ve yönlendirmektedir."

Muhafazakâr kesim için Ensar-Muhacir ve sahabe anekdotları üzerinden yürütülen algı mühendisliği, demokrat kamuoyuna, ırkçı nefret eleştirisi ve insan hakları bağlamında şırıngalanmaktadır. Her iki kesime yönelik algı mühendisliğinde medya, sendikalar, meslek örgütleri, kanaat önderleri etkili bir şekilde kullanılmakta, Suriyelilerin kalıcılaştırılması için psikolojik harekâtın gerekleri kişisel ve kurumsal bazda özenle yerine getirilmektedir.

Medyaya servis edilen haber, yorum ve röportajların kronolojik bir dikkatle gözden geçirilmesi halinde, Suriyelileri Türkiye’de kalıcılaştırma operasyonunun ustalıklı sürekliliği dikkat çekmektedir. Suriyeli akademisyenlerin bilim dünyamıza katkıları, üretken Suriyelilerin ekonomimize kazandırdıkları, Suriyeli çocukların başarı hikâyeleri, Suriyeli sanatçıların olağanüstü yetenekleri, Binbir Gece Masallarının fantastik söylemiyle topluma aktarılmaktadır. Medyada yapacağımız kısa bir gezintiyle savımızı örnekleyelim isterseniz:

İlahiyatçı yazar Hidayet Şefkatli Tuksal; “İlk önce yapılması gereken devlet nezdinde Suriyeli Mültecilerin kalıcı olacağının kabulüdür.Burası da Allah’ın arzı” (Aydın Üniversitesi-Geçici koruma Altındaki Suriyeliler Çalıştayı 10.05.2018 )

Altınbaş üniversitesi Çift Diplomalı Türk-Alman Hukuk Lisansı Programı Direktör Yardımcısı Ayşegül Altınbaş;

“Suriyeli mültecileri hayatımızın her alanına dahil etmeliyiz.” Klara Miran İpek; “Vatandaşlığa geçiş imkanı entegrasyona yol açabilir” (30.11.2018- Mülteci Entegrasyonu Üzerine Düşünceler Paneli)

Hürriyet Gazetesinden İpek Özbey’in, Arap Akademisyenler Derneği Onursal Başkanı, Samir Hafez ile yaptığı röportajda Hafez: “Toplum Araplaştırılıyor demiştiniz ya, hayır bence tam tersi. İlkel kültür medenileştiriliyor. Suriyeliler Türkleştiriliyor” (07.01.2019 Hürriyet)

Hürriyet Gazetesinin sürmanşeti; “ Suriye’yi bilmem Ben Türk’üm- Ülkemizde dünyaya gelen 410 bin bebekle birlikte 1.6 milyon Suriyeli çocuk yaşıyor. Kendi ülkelerini hiç hatırlamayan bu çocuklar artık kendilerini Türk hissettiklerini söylüyorlar” (20.01.2019, Hürriyet)

Sedat Ergin; “Kendini Türkiyeli gören Suriyeliler kuşağı geliyor.” (31.01.2019 Hürriyet Gazetesi)

Koç üniversitesi Göç Araştırmaları merkezi-Doç. Şebnem Köşer Akçapınar; “Bir an önce entegrasyon modellerinin geliştirilmesi gerekiyor. Yoksa okullardan tutun, iş hayatına, iletişime kadar farklı alanlarda daha fazla sosyal sorun yaşayabiliriz” (01.02.2019 Hürriyet)

Hürriyet Gazetesinin sürmanşeti; “Sıfırdan 100’e Çıkan Hayat-Suriyeli Muhammed, üç yıl önce tek başına Türkiye’ye geldi. Hiç bilmediği dilimizi kendi kendine öğrenerek girdiği okulda şimdi birinci ve edebiyatı dersinde bile 100 alıyor.” (26.02.2019 Hürriyet)

Suriyeli mültecilerin yol hikâyesini anlatan MİSAFİR filminin oyuncusu Şebnem Dönmez; “Suriyeli vatandaşların sayısı fazlalaştı. Artık bizim hayatlarımızın bir parçası haline geldiler. Nereli olursa olsun, dünya hepimizin ve hepimizin eşit yaşamaya hakkımız var. Ötekileştirmeye hakkımız yok.” (29.03.2019 Hürriyet)

Cosarinsky Campos -Breadwinners ( Ekmek Parası Kazananlar) Başkanı:
“Yaptıklarınız inanılmaz. Mülteciler gittikleri ülkeye bazı riskler getirirken aynı zamanda inanılmaz yetenekler de kazandırabilir. Türkiye için şu anda sorun olarak bazı konularda mülteciler gelecekte çok önemli avantajlar sunabilir” (09.05.2019 Hürriyet)

Yeni Şafak Aktüel; “ Suriyelilere nefreti kardeşlik söndürür” manşetiyle tam sayfaya yayılan haberin alt başlığında; “Suriye savaşının sekizinci yılına girdiğimiz şu günlerde ülkemizde onlara yönelik nefret söylemi giderek artıyor. Son olarak Mudanya’da Suriyelilerin denize girmesinin yasaklanması büyük tartışma yarattı. Tam da bu tartışmaların gölgesinde İstanbul Üniversitesi önemli bir atölyeye imza attı.8.yılında Suriyeliler atölyesi ile mültecilerin sorunları konuşuldu. Haber ve sosyal medya ile körüklenen nefretin önüne ancak kardeşlik duygusu ile aşılacağına vurgu yapıldı” yazıyor. (16.06.2019 Yeni Şafak)

Göç İdaresi Genel Müdür Yardımcısı Gökçe Ok; “Sadece kendi gönül coğrafyamızda değil, dünyanın herhangi bir yerindeki mazlumun ve mağdurun yüzünü düşürmedik, başını eğdirmedik.192 farklı ülkeden 5 milyon insana ev sahipliği yapıyoruz” (28.06.2019 Akit)

Hürriyet Pazar Eki Sürmanşeti: “Suriye ve Türkiye Halkına Faydalı Bir Bilim İnsanı Olmak İstiyorum -15 yaşındaki Muhammed ve ailesiyle Suriye sınırında yaşadıkları Kilis’te buluştuk. “Başarı, kişinin başlangıç noktasıyla ulaştığı yer arasındaki farktır” diyor. Başlangıç noktası 8 yaşındayken tek kelime Türkçe bilmeden ailesiyle savaştan kaçtığı Azez… Ulaştığı yer, sınavda yüz binlerce yaşıtını geride bırakarak kazandığı Türkiye birinciliği... Hedefi fizik mühendisi olup ileride uçaklarla ilgili çalışmak...” (Hürriyet Pazar Eki 30.06.2019)

Hürriyet Gündem; “Duygulandıran görüntüler: “Türk’sünüz dedi, para almak istemedi. Suriye’nin Azez kentinde bir tatlıcının, Sakarya’nın Geyve ilçesinden açtıkları dersliği ziyaret için bölgeye giden bir grup esnafın Türk olduğunu öğrenince kendilerinden yedikleri tatlının parasını almak istememesine ait görüntüler sosyal medyada ilgi çekti.” (02.07.2019 Hürriyet)

Yeni Şafak; “ İnsanlık Sınavını Aylan’la kazanacağız. Suriye’deki savaştan kaçarken bindikleri botun batması sonucu cansız bedeni Bodrum’da kıyıya vuran Aylan’ın yaşadıkları film oluyor. Ömer Sarıkaya, senaryosunu yazdığı ve yönettiği Aylan Bebek filmi ile ilgili “Sadece Aylan’ın değil birbirinden farklı mültecilerin hayatlarını da anlattık. Bebeğin ailesi filmin adı Alan Kurdi olsun istiyor. Ben bunu kabul etmiyorum. Bu filmde kimlik değil insanlık anlatılıyor. İnsanlık sınavını Aylan’la kazanacağımıza inanıyorum” diyor” (07.07.2019, Yeni Şafak)

Hürriyet; “Suriyeli ve Türk çocuklar eğitimle kaynaşıyor” (14.07.2019 Hürriyet)

Milliyet; “ Lavanta çiçekleri barış kokuyor” manşetinin alt başlığına bakalım: “ Kızılay’ın Toplum Merkezi Projesi kapsamında tarım eğitimi alan Suriyeli ve Türk kursiyerler, yetiştirdikleri lavanta bahçesinin ilk hasadını gerçekleştirdi. Kızılay Başkanı Kını, “Lavanta çiçekleri, Mezopotamya’dan dünyaya barış mesajı olacak” dedi. (28.07.2019)

Hürriyet’in; “Sefaköy’den Suriye’ye” sürmanşetiyle verdiği haberin ayrıntılarından, Katar’ın finanse ettiği Suriye TV’nin İstanbul Sefaköy’den Avrupa, Ortadoğu ve Balkanlar’a yayın yaptığını, Suriye’de Esad bölgesinden bile takip edilebildiğini öğreniyoruz. Gazetenin aynı tarihli Pazar ekinin 9. Sayfasının konukları iki genç Suriyeli. “Onların gözünden Türkiye’de Yaşamak” başlıklı röportajın giriş bölümü verilmek istenen mesajın, yaratılmak istenen algının özeti olmuş: “Muhammed ve Sena... Onlar Türkiye’de yaşayan 4 milyona yakın Suriyeliden ikisi. Ülkelerinden ayrıldıklarında yaşları çok küçüktü. Suriye’yi hayal meyal hatırlıyorlar. Hayallerini, altı yıldır yaşadıkları İstanbul üzerine kuruyorlar. Çok iyi Türkçe konuşan bu iki gençle Türkiye’de Suriyeli olmayı, ülkelerine dönüp dönmeyecekleri ve sosyal medyadaki tartışmaların onlara ne hissettirdiğini konuştuk.”

Aynı tarihli Hürriyet’te Ahmet Hakan’ın; “Zenci sevici / Suriyeli sevici” başlıklı yazısında Suriyeli karşıtı söylem sahipleri ABD’deki zenci karşıtı Klu Klux Klan’lara benzetiliyor.

Hiç kuşkusuz topluma yönelik sistematik algı mühendisliği verilen örneklerden ibaret değildir. Fakat bu kısa seçki bile Türk halkının bilinçaltı direncini yok etmeye yönelik psikolojik harekâtın boyutlarını göstermeye yeterlidir. Cuma hutbeleriyle Ensarlığa, ırkçı nefret karşıtlığı söylemiyle insan hakları aktivistliğine özendirilen kitlelerde Suriyelilerle birlikte yaşama arzusu yaratma çabasının nasıl sonuç vereceğini hiç kuşkusuz zaman gösterecektir. Türk halkının sağduyusunu ve milli duyarlılığını devreden çıkarmaya yönelik psikolojik harekât, milletin gözünün içine baka baka pervasızca sürdürülmektedir.

Tarihsel deneyimlerin, ortak acıların, birlikte atlatılan badirelerin bilinçaltı tortusu olan Türk Milletinin kolektif sezgi ve sağduyusuna yönelik laboratuvar müdahalesinin de sonuç vermeyen nafile çabalar olarak tarihe kaydedileceğini, işi kurgulayan ve piyasaya süren toplum mühendislerine peşinen söylemiş olalım.