Türkiye bir dönemeçte değil artık, uçurumun kıyısında tutunmaya çalışan bir milletin son iradesindeyiz.

Ve sen, ey suskun aydın…

Sen hâlâ susuyorsun!

Sevr hortluyor,

Mondros diriliyor,

Wilson prensipleri makyajla pazarlanıyor.

Suriye paramparça edildi, Irak kevgire döndü.

İran'a sıra geldi deniyor — ve herkesin içinde sessizce büyüyen o korku:

"Yarın Türkiye’nin kapısı mı çalınacak?"

Ama sen, ey profesör, ey sosyal bilimci,

Twitter'da üç beğeni alacak aforizmaların dışında bir şey söylemiyorsun.

Halkın sırtına kurulan algı tuzaklarını görmezden geliyor,

“Ben akademisyenim, siyaset üstüyüm” diye geziyorsun.

Sana göre ülke yansa da sen nötr kalırsın. Yalnız dikkat et, bu nötrlük, yok hükmündedir.

Sadece halk değil, senin sustuğun yerde tarih de yalan olur.

Birileri senin yerine konuşur:

Sözde stratejistler, kiralık uzmanlar, dış yazılı metinlerin çevirmenleri.

Senin öğrencin, senin çocukların, senin milletin onların “bilgi”sine kalır.

Ve sonra çıkarsın:

“Niye bu halk bu halde?” dersin.

Çünkü sen sustun!

Çünkü sen fikrini, kürsünü, kalemini susarak rafa kaldırdın.

Ya konforundan ya korkundan, ama en çok da kendini “önemsiz” sandığından.

Sen kendini susarak yok saydın.

Ve seni kimse yoktan var etmedi.

Sen beyaz yakalı bir memur değilsin!

Sen müfredat okuyup evine dönen biri değilsin!

Sen, halkla, hakikatle ve gelecek kuşaklarla bir sözleşme yapmış adamsın.

Senin sustuğun yerde bilim değil, bülten konuşur.

Senin çekildiğin yerde fikir değil, figüranlar konuşur.

Şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere:

Bugün, kişi odaklı, şahıs merkezli algı operasyonlarıyla,

süslü sözlerle sarılmış çarpıtılmış anlatılarla

hem halkın hem de geleceğimizin aklı karartılmak isteniyor.

Ama biz, bu oyuna teslim olamayız.

Gelişmelerin ve yapılacak olanların

ülkemizin, vatanımızın, milletimizin kaderi üzerinde

peşinen kötümser bir kabule dönüşmesini reddediyoruz.

Çünkü “iyi”nin ne olduğu,

hukuk bilimi gereğince,

sosyoloji bilimi gereğince,

eğitim bilimi ve tarih bilimi gereğince açıklanabilir ve açıklanmalıdır.

Ve bu açıklamayı yapma,

bu sorumluluğu üstlenme görevi AYDIN’ındır.

Suskunluk, artık bir seçenek değil;

sorumsuzluk olur, gaflet olur.