Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
İsrafil K.KUMBASAR

İsrafil K.KUMBASAR

Türkeş'in huzuruna 'ne yüzle' çıktınız?

Türkeş bir 'dava adamı' idi.

12 Eylül öncesinde Türk devletini 'sömürge' haline getirmek isteyenlere karşı 'sivil direniş' bayrağını açan Alparslan Türkeş, 12 Eylül sonrasında da Türk milletinin 'bütünlüğünü' bozmaya çalışanlara karşı 'koruyucu kalkan' görevini üstlendi.

4 Nisan 1997 tarihinde, saat 22.45'te fani hayata gözlerini yumduğunda Osman Bölükbaşı, onu şu cümle ile özetliyordu:

- "İnancının çilesini çekti, o da onun şerefi oldu."

Bütün ömrünü 'Türk devletinin bekası', 'Türk milletinin saadeti' için harcayan Türkeş, peşinde koştuğu 'ideallerinden' hiçbir zaman taviz vermedi.

Ve tarih, Türkeş'i haklı çıkardı.

Gün geldi, Turgut Özal'a "Musul ve Kerkük'ün alınmasını" dikte ettirtti, Süleyman Demirel'e "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar Türk dünyası" sözünü ezberletti, Tansu Çiller'e "Vatan için kurşun atan da bir, yiyen de" dedirtti, Erdal İnönü'ye 'örs üzerinde demir' dövdürttü, Bülent Ecevit'i 'ulusal sol çizgiye' oturttu.

Onun zamanında da 'terör' vardı.

Ama o zamanlar, 'Türk devleti'nin eli kolu hiç bu kadar bağlanmamıştı 'Türk milleti' hiç bu kadar çaresiz kalmamıştı.

***

Türkeş bir 'eylem adamı' idi.

Vatan hainleri, onun adını duyunca korkudan 'kancık gibi' titriyor, onunla karşılaşmamak için 'yollarını değiştirmek' zorunda kalıyorlardı.

Terörün en şiddetli dönemini yaşadığı yıllarda, Güneydoğu meselesi için herkes kendi kafasına göre 'çözüm modelleri' üretmeye başlamıştı.

Bölücüleri Meclis'e taşıyan SHP ve CHP, 'Kürt sorununun' çözümü için 'demokratik adımların atılmasından' bahsediyordu.

Türkeş, bir televizyonda karşısına çıkan HADEP milletvekillerinin 'ellerini sıkıp, sırtlarını sıvazlamak' yerine, şu tarihi çıkışı yapıyordu:

- "O topraklar sahipsiz değil. Gerekirse kan da dökeriz. Ne federasyonu ulan!"

"Diyarbakır'dan ötesini versek ne kaybederiz" diyen iş adamlarını barındıran TÜSİAD, Güneydoğu üzerine rapor üzerine rapor hazırlatıyordu.

Bir iş adamının 'Bask modeli' ile ilgili bir rapordan bahsetmesi üzerine, hemen kameraların karşısına geçen Türkeş, şöyle kükrüyordu:

- "Çizmeyi aşma Sakıp Ağa. Kendi işine bak."

Daha önce 'Bask modelini' gündeme alan dönemin başbakanı Tansu Çiller, daha sonra "Ben Bask modelinin ne olduğunu bilmem ki" demek zorunda kalacaktı.

***

Türkeş bir 'devlet adamı' idi.

Türk devletine karşı 'örtülü' savaş yürüten emperyalizmin maşası eşkıya sürüsüne karşı öyle kuru "Kahrolsun" nutukları ile bir yere varılamayacağını biliyordu.

Eline silah alıp dağa çıkan teröristler ile mücadelede 'kararlılık' ve 'celadet' şarttı.

Ancak, Türkeş, 'askeri çözümü' geçici bir emniyet tedbiri olarak görüyordu.

Kalıcı çözümün, beyni yıkanan, kandırılan, çalınan bölge insanının gönlünün 'yeniden kazanılması' sayesinde sağlanabileceğini savunuyordu.

Devlet memurlarının 'sürgün' mantığıyla görevlendirildiği, görevlendirilenlerin 'pek çoğunun' gitmediği, gidenlerin de 'gün sayarak' hizmet ettiği bir bölgede yaşanan zaaflar, daha sonra başkaları tarafından da rahatlıkla istismar edilebilirdi.

Türkeş, kendinden emin şöyle diyordu:

- "Bu meselenin çözümü için sosyologlardan, psikologlardan, eğitim uzmanlarından, antropologlardan, siyaset bilimcilerden, tarihçilerden, ilahiyatçılardan, ekonomistlerden, turizmcilerden, analistlerden, iletişim ve medya uzmanlarından oluşan yüz bin kişilik bir kadroya ihtiyaç var. Bu kadronun samimi çalışması halinde, mesele kökten halledilebilir."

***

Türkeş göçüp gideli tam 19 yıl oldu.

Ama ne yazık ki, Türk milliyetçileri/ülkücüler, bugüne kadar onun 'yokluğunu' aratmayacak bir lideri 'aralarından' çıkarmayı bir türlü başaramadılar.

Türkeş'in koltuğu hâlâ 'boş' duruyor.

Tam 19 yıldır o koltuğu dolduramayanlar, her zamanki gibi yine 'takım elbiselerini' giyip Anıtmezar'a akın ettiler; 'içi boş' sloganlar ile birbirlerine karşı 'racon' kestiler.

Peki 'ona layık olamayanların', onun huzuruna çıkarken 'yüzleri' hiç kızarmadı mı?

Yazarın Diğer Yazıları