"Türkiye Milleti" "Türkiyelilik" ve Yeni Anayasa...

Önümüzdeki yasama yılında en çok karşılaşacağımız tartışma alanı yeni Anayasa taslağında hangi hususların bulunacağı ve hukuki sürecin nasıl işletileceği etrafında olacak. Bu sebeple HDP Milletvekili Leyla Zana'nın TBMM'deki yemin töreni sırasında kullandığı "Türkiye Milleti" ifadesi yeni bir tartışmayı da beraberinde getiriyor.

Vatandaşlık tanımı çıkarılacak mı?

Zana'nın işaret ettiği vatandaşlık çerçevesi, yani "Türkiye Milleti", HDP'nin seçim beyannamesi dahil uzun süredir ortaya koyduğu yaklaşımdır. Partilerin seçim beyannamelerinden yola çıkılırsa vatandaşlık tanımının uyarlanmasında AKP, CHP ve HDP arasında bir mutabakat sağlanması imkansız gözükmüyor. Önemli bir ayrıntı olarak AKP seçim beyannamesinin yeni Anayasa bahsinde "1920 1. Meclis'in" referans niteliğinde olduğu belirtilirken aynı görüş Öcalan'ın Nevruz bildirisinde de açıkça yazıyor. Buna göre referans niteliği taşıyan 1. Meclis'in Anayasası olan 1921 Anayasasında vatandaşlık tanımı yoktur, "Türkiye Devleti" ön plandadır. Böyle bir kurgu işletildiğinde yeni Anayasada vatandaşlık tanımının yer almaması gibi bir ihtimalin de konuşulacağı günlere hazır olalım. Nitekim TBMM araştırma merkezi tarafından 2011 yılında yapılan ve 26 ülkenin Anayasa örneklerinin incelendiği araştırmada vatandaşlık konusundaki detaylı düzenlemelerin kanunlara bırakıldığı ifade ediliyor.

Nasıl bir çözüm?

Anayasal süreç açısından ilk vatandaşlık tanımlaması 1924 Anayasa'sında kendisini göstermiş, ilerleyen yıllarda giderek Ulus Devletle özdeşleşmiştir. Halihazırda Anayasamızın 66. maddesinde "Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk'tür" denilirken 5901 sayılı Vatandaşlık Kanunu'nda Türk vatandaşının "Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan kişi" olduğu belirtilmektedir. 1982 Anayasasındaki yaklaşımın 1921 ve 1924 Anayasasına göre Türkiye'de Türklerin dışında kimsenin yaşamadığı ya da Türkiye (Ulus Devlet Sınırları) dışında kendisini Türk hissedenlerin nasıl konumlandırılacaklarına yönelik tereddütler meydana getirebildiğini söylemek mümkün olsa da İbn-i Haldun'un ortaya koyduğu Asabiye yaklaşımının bir tezahürü olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin asli kurucu unsurunun Türk Milleti olduğu tartışma götürmeyecek bir gerçektir. Bu bağlılığın ve zeminin ne ölçüde kuvvetli olduğu o devletin kalıcılığını sağlayan başat unsurdur. Haldun'un Mukaddime adlı eserinde devletin bir süre sonra asabiye bağından başka "sebep birliğine" ya da "dayanışma bağına" dayalı bir bütünleşme zeminini de harekete geçirebileceği belirtilmektedir. Belki de bugün aramamız ve konuşmamız gereken şey, bahsedilen asabiye bağının ne olduğunu unutmadan, örselemeden ve kazanımlarını gözardı etmeden bütünleşme zeminini uyarlamak olabilir. Ancak Leyla Zana ve onun gibi düşünenlerin ortaya koyduğu kavramlar, ardında yatan gerçekler bir sorunun çözülmesi yerine öteden beri planlanan bir ayrışma ve bölünme projesinin yansımasıdır. "Türkiye Milleti" yaklaşımı ulus devleti hedef almakta ve sosyolojik açıdan Türkiye'nin gerçekleriyle örtüşmemektedir. İspanya Milleti (İspanyol), Fransa Milleti (Fransız), Almanya Milleti (Alman), İtalya Milleti (İtalyan), İngiltere Milleti (İngiliz), Rusya Milleti (Rus) diyemeyeceğiniz gibi Türkiye'de yaşayan insanlara da Türkiye Milleti diyemezsiniz. Bu devletin ana kurucu unsuru, Büyük Türk Milleti'dir. Bu sebeple kendisini Türk hissetmeyenlerin varlığını idrak etmek, birlikte yaşamayı istemek ve bunun etkili yollarını aramak başka şey, Türk Milletinin gerçekliğini ve kazanımlarını ortadan kaldırmaya çalışmak bambaşka bir şeydir. Kanaatimce ikincisine yönelenlerin varacakları nokta bir uçurumdan farksızdır.

Kim "Türkiyeli"?

Bunun dışında seslendirilen bazı kavramlar da sorunu çözmekten uzak gözüküyor. Örneğin bizi coğrafi bir tanımlamaya odaklayan "Türkiyelilik" yaklaşımı Türk'ün varlığından soyutlanamaz. Hatta bu coğrafi belirleme biçiminin öznesinde Türklüğün bulunduğu gerçeğini kimse örtbas edemez. Örneğin Fransa adı Franklardan gelmektedir. Bu açıdan Fransa, Franklara ait olan ve onların coğrafyasını işaret etmektedir. Kurtuluş savaşının ardından Selçuklu ve Osmanlı'nın hüküm sürdüğü toprakların Türkiye adını alması ise Türklerin bu topraklardaki kadim izleri ile açıklanabilir. Bu sebeple birilerinin ortaya attığı Türkiyelilik kavramı, yapmak istedikleri ayrışma projesi için yetersiz kalmaktadır.

Bu konuya devam edeceğiz...

Yazarın Diğer Yazıları