Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
İsrafil K.KUMBASAR

İsrafil K.KUMBASAR

Türkiye'nin önemli sorunu nedir sahi?

Türkiye'nin 'en önemli sorunun' ne olduğu hususunda bir soru ortaya atılmış olsa üzerinde ittifak edilecek ilk 3 sırayı hangi şıklar alabilirdi acaba?

 'Ekonomi', 'terör', 'dış politika'?

Yoksa bunların dışında  'toplumun tamamını' değil de, halihazırda çökmüşken 'kalkmama' hesapları yapanların 'başkanlık rüyası' mıdır ilk sorunumuz?

Hatta ve hatta hiç gelmeyen daha başka bir şık olabilir mi Türkiye'nin ilk sorunu?

Mesela, hali hazırda bir 'muhalefet sorunu' yok mudur memleketin?

Bu sorun seçim sonuçlarına 'en az yüzde 40 oranında' etki eden faktör değil midir?

Soruların sayısı arttıkça doğal olarak 'çıkış umudu' da azalıyor gibi gelir insana.

Oysa gerçekte öyle değildir.

'Sormadan', 'sorgulamadan' hangi sihirli el size tutarlı bir cevap bahşedecek ki?

O halde buyrun bir kez daha soralım.

Muhtemelen herkes kendi 'siyasi duruşuna', 'bağlı bulunduğu merkeze' ve 'çıkar önceliklerine' göre bir tercihte bulunacak.

1 Kasım 2015 seçim sonuçları, her iki vatandaştan birini önemli bir sorun üzerinde ortak hareket etmeye yöneltti.

Sorunun adı da 'istikrar' konuldu.

Her nasılsa 7 Haziran ve 1 Kasım tarihleri arasında Türkiye 'yoğun bir terör saldırısına' maruz bırakıldı.

'ekonomik' göstergeler alarm verdi.

 

+   +   +

 

Bu 'karanlık' ve karanlık olduğu kadar 'korkutucu' tabloyu gören vatandaş "Böyle olmuyor, ülkeye istikrar yani tek başına iktidar gerek" diye buyurdu.

Bu düşünce sandığa yansıdı.

Ne yazık ki bir çok kimse, sandığa giden vatandaşların en az yüzde 80'inin 'borçlu olduğu' gerçeğini görmezden geldi.

İlginç değil mi, 'gırtlağına kadar' borca batmış olan bir halk yığını, 'kendisini bu hale düşüren' iktidardan medet bekliyor.

Sormuyor, sorgulamıyor "Yahu ben bu iktidar döneminde borca battım, nasıl kurtaracak bunlar beni" diye?

Aslında soruyor; 'bir kurtarıcı' arıyor ama ortada kendisini 'inandıracak', 'ikna edebilecek' bir alternatif göremiyor.

Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak, aslında 'iktidar partisi' kazanmıyor, 'muhalefet partileri' kaybediyor.

İkisi arasında fersah fersah fark var.

Sırtında sürekli 'borç kamçısı' şaklayan vatandaşın düşündüğü şu olsa gerek:

- "Tamam beni bu duruma düşüren bunlar. Tarlamı haczettiren, evime ipotek koydurtan, kredi kartlarımın faizlere yetişemez oluşuma sebep mevcut iktidar. Ama kendilerinin bile izah edemeyecekleri bir takım para girişleri, hukuksal zafiyet taşıyan bazı dış ticaret bağlantılarıyla işi çekip çeviriyorlar. Yani bana zaman kazandırıyorlar. Diğerleri gelse ne yapabilecekler?"

Bir tür kumar tutkusu bu.

 

 +   +   +

 

Ne yazık ki 'bir gün kazanacağı' inancıyla sürekli 'zar atan', 'şans topu çeken', 'okeye dördüncü arayan' bir toplum gerçeği ile karşı karşıyayız.

Onun tek beklentisi 'dükkanın' biraz daha açık kalması, 'çarkın' dönmesi, sıranın biraz daha geç kendine gelmesi.

Bu umudu 14 yıldır hep 'aynı yerde' görüyor.

Tamam, yukarıda 'alengirli' bir takım işlerin dönmekte olduğuna imanı var; asla şüphe duymadığı 'adaletsizliklerin', 'yolsuzların', 'adam kayırmaların', 'devlet malıma çökmelerin',' ballı maaşlı koltukları istila etmenin' aralıksız sürdüğünü biliyor; burnuna kesinlikle 'pis kokular' geliyor.

Yalnız, öylesine yoğun bir 'algı operasyonu' ile karşı karşıya ki, bu sistemsizliği 'sistemin gerekliliği' olarak görüyor.

Hani artık iyice ayyuka çıkan "Adamlar çalıyorlar ama çalışıyorlar" sloganı işte tam da bu psikolojinin ürünüdür.

Bunu 'toplumun kirlenmesi' olarak da algılayabilirsiniz, 'çapsız bir muhalefet marifeti' olarak da.

Her şeyi 'gırtlağa' bağlayınca da yukarıda sıralanan soruları teke indirmek mümkün. Yani sokaktaki insanın 7 Haziran ve 1 Kasım arasında yoğunluk kazanan 'terör saldırılarını' sorgulamasını beklemek saflıktır.

Ki 'dışarıda olup bitenlere' kafa yorması da aynı şekil.

 

+   +   +

 

'Avam' öyle de peki 'havas' nasıl?

Onlar yalnızca 'biraz daha estetik hale getiriyorlar' malum gırtlak kaygısını.

Diyorlar ki BDDK raporlarına göre bankalarda bulunan mevduatın 'yüzde 50'si halkın; kalan yüzde 50'si ise '85 bin' kişinin.

Bu 85 bin kişi arasında '5 bin kişi' var ki, o paranın 'yüzde 90'ı da onlar ait.

Yani, 'para' ele geçirilemezse eğer 'koltukların' hiçbir hükmü değeri yok.

Boşuna 'yeşil komünist' dememişler.

Marks'ın ağzıyla konuşmasalar da 'paranın gücünü' gayet iyi biliyorlar.

Yazarın Diğer Yazıları