Amerikalı uzmanlar, yemeklere bolca eklenen ve günlük hayatta fark edilmeden yüksek oranda tüketilen şekerin, uzun vadede sadece kilo aldırmaktan öte, organları hedef alan toksik bir etki oluşturduğunu ifade etti.
Gündelik beslenme alışkanlıklarında sıklıkla yer bulan ve pek çok işlenmiş gıdanın içine sinsice eklenen şekerin, insan ömrünü kısaltma ve hayati organlarda ciddi hasarlar oluşturma potansiyelinin olduğu bilimsel araştırmalarla bir kez daha gözler önüne serildi.
Uzmanlar, "tatlı zehir" olarak nitelendirdikleri bu maddenin, vücutta kalori dengesinden bağımsız olarak toksik bir rol oynadığını ifade etti.
ŞEKERİN KALORİ DIŞI TOKSİK ETKİSİ
Uzun yıllardır şeker tüketiminin metabolizma üzerindeki etkilerini araştıran Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Profesörü Dr. David Ludwig, yayımladığı çalışmalarda şekerli içecekler ve hızlı gıdalar ile aşırı kilo alımı, kalp hastalıkları ve Tip 2 diyabet arasındaki doğrudan bağlantıları ortaya koydu.
Dr. Ludwig, özellikle glisemik yükü yüksek diyetlerin kan şekerinde yarattığı ani artışın obeziteyle ilişkili hastalıkların tedavisi için kritik bir engel teşkil ettiğini belirtti.
San Francisco Kaliforniya Üniversitesi'nden (UCSF) Pediatrik Endokrinolog Dr. Robert Lustig ise şekerin tehlikesinin sadece kalorisinden ya da kilo aldırmasından kaynaklanmadığını vurguladı.
Dr. Lustig, şekerin fazlasının bir besin değil, bir toksin gibi davrandığını savundu.
Yaptığı klinik deneylerde, aşırı kilolu çocukların diyetindeki şekeri nişasta ile değiştirdiklerinde, kalori ya da kilo değişimi olmaksızın sadece dokuz gün içinde metabolik sağlık göstergelerinde çarpıcı iyileşmeler görüldüğünü gözlemlediğini ifade etti.
Dr. Lustig, şekerin karaciğerde yağa dönüşerek insülin direncini tetiklediğini ve bunun da diyabet, kalp ve karaciğer hastalıkları riskini hızlandırdığını kaydetti.
BÖBREKLER VE KALP BÜYÜK RİSK ALTINDA
Bilimsel veriler, yüksek şeker tüketiminin böbrek ve kalp sağlığı üzerindeki yıkıcı etkileşimini gözler önüne serdi.
Ulusal Böbrek Vakfı'nın (National Kidney Foundation) açıklamalarına göre, kan şekeri seviyesinin belirli bir eşiğin (yaklaşık 180 mg/dl) üzerine çıkmasıyla böbrekler idrara şeker salgılamaya başladı. Özellikle kontrol altına alınamayan diyabetin, böbreklerdeki kılcal damarları zedeleyerek filtreleme yeteneğini yok ettiği, bunun da tuz ve su tutulmasına ve kandaki atık maddelerin birikmesine yol açtığı aktarıldı.
Amerikan Kalp Derneği (AHA) ise, kalp, böbrek ve metabolik sistemlerin birbiriyle bağlantılı olduğunu belirttiği Kardiyovasküler-Böbrek-Metabolik (CKM) Sendromu tehlikesine dikkat çekti.
AHA Baş Koruyucu Tıp Sorumlusu Dr. Eduardo Sanchez, yüksek kan basıncı, anormal kolesterol, yüksek kan şekeri ve fazla kilonun bir araya gelmesinin, kalp krizi, felç ve kalp yetmezliği riskini tek başlarına olduklarından çok daha fazla artırdığını dile getirdi.
Şekerin tetiklediği metabolik sorunların bu hayati organlar sistemini çöküşe sürüklediği kaydedildi.
British Medical Journal'da (BMJ) yayımlanan güncel bir araştırmada ise, yaşamın ilk 1000 gününde (anne karnı dahil) şeker kısıtlamasına maruz kalan bireylerin yetişkinlik döneminde daha düşük kardiyovasküler risk taşıdıkları ortaya çıktı. Bu bulgu, erken yaşta dahi şeker kısıtlamasının uzun vadeli sağlık yararları sunduğunu güçlü bir şekilde destekledi.