ABD'li uzmanlar, yemek sonrasında aniden bastıran uykululuk halinin, özellikle 38 yaş ve üzeri kişilerde görüldüğünde ciddi bir metabolik bozukluğun öncü belirtisi olabileceği uyarısında bulundu.

Her beş kişiden birinde gözlemlenen bu durumun, kontrol altına alınmazsa organları yıpratan Tip 2 Diyabet riski taşıdığı belirtildi.

Yapılan bilimsel araştırmalar ve yabancı uzman görüşleri, halk arasında "yemek koması" olarak adlandırılan bu durumun, yalnızca aşırı yeme ya da yorgunluk kaynaklı olmadığını ortaya koydu.

Harvard T.H. Chan Halk Sağlığı Okulu Beslenme Bölümü Başkanı ve Epidemiyoloji Profesörü Dr. Frank Hu, özellikle karbonhidrat ağırlıklı öğünlerin ardından kan şekerinde yaşanan ani yükseliş ve düşüşlerin bu uykululuk halini tetiklediğini ifade etti.

Dr. Hu'nun araştırmaları, insülin direnci ve prediyabet (gizli şeker) durumlarında bu tepkinin çok daha şiddetli yaşandığına dikkat çekti.

Salk Biyolojik Çalışmalar Enstitüsü'nden (Salk Institute for Biological Studies) Kronobiyoloji Profesörü Dr. Satchidananda Panda ise konuyu sirkadiyen ritimler ve hormonlar üzerinden değerlendirdi.

Dr. Panda'nın çalışmaları, yemek sonrası yükselen insülinin, uyanıklığı sağlayan nörotransmitter olan oreksin (hipokretin) seviyelerini baskıladığını gösterdi.

Yüksek glisemik indeksli gıdalarla artan şeker ve insülin seviyelerinin, bu hayati kimyasalın salınımını azaltarak gün içinde uyuşukluğa ve yeme isteğine yol açtığı saptandı.

38 YAŞ SINIRI VE KİLO KAYBI GÜÇLÜĞÜ

Uzmanlar, bu durumun 38 yaş üzerindeki bireylerde daha belirginleşmesini, yaşla birlikte metabolik işlevlerdeki doğal düşüşe ve insülin direncine karşı vücudun daha az toleranslı hale gelmesine bağladı.

Cleveland Klinik'te (Cleveland Clinic) metabolik hastalıklar üzerine çalışan araştırmacılar, yemek sonrası bastıran uyku ve kilo vermede yaşanan güçlüğün bir arada bulunmasının, sinsi ilerleyen bir hastalığın temel göstergesi olduğu konusunda hemfikir oldu. Özellikle sık sık açlık hissi, yemek sonrası yoğun yorgunluk ve karın bölgesinde yağlanma gibi belirtiler, insülin direncinin ilerlediğini ve Tip 2 Diyabet riskinin kapıda olduğunu gösterdi.

Kontrol altına alınmayan yüksek kan şekeri seviyelerinin zamanla böbrek, göz, sinir ve kalp-damar sistemini ciddi şekilde hasara uğrattığı, hatta organ yetmezliğine kadar varabilen sonuçlara yol açtığı bilimsel yayınlarla defalarca teyit edildi.

Yabancı sağlık otoriteleri, bu belirtileri taşıyan ve nüfusun yaklaşık yüzde 20'sini etkilediği düşünülen kişilerin, yaşam tarzı değişiklikleri ve beslenme düzenlemesi yoluyla bu geri dönülmez süreci yavaşlatabileceğini veya tersine çevirebileceğini bildirdi.

Erken tanı ve müdahalenin, kronik sağlık sorunlarının önlenmesinde hayati önem taşıdığı vurgulandı.