"Kutlu Doğum Haftası" ve düşündürdükleri...

"2016 Kutlu Doğum Haftası" etkinlikleri başladı. Bu yıl ana tema "Hz. Peygamber, Tevhit ve Vahdet."

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez hafta dolayısıyla yayımladığı mesaja şöyle giriyor:

"İslam dini ve İslam ümmeti bugün, tarihinin en zor süreçlerinden birini yaşamaktadır. Ümmetin ocağına ateşler düşmüş, fitne ve tefrika ateşi İslam coğrafyasını her taraftan kuşatmıştır. Öyle ki Irak'ta, Suriye'de, Libya'da, Yemen'de, Nijerya'da ve İslam coğrafyasının diğer köşelerinde çatışmalar, Allahü ekber nidalarıyla intihar saldırıları, masum kız çocuklarını kaçırmalar, camileri bombalamalar, tarihî mekânları tahrip etmeler, şiddet, vahşet ve dehşet durmaksızın devam etmektedir."

İki sayfalık bu mesajı okudum, bende şöyle bir intiba oluştu: Sayın Başkan sanki dünya İslâm konferansında akademik bir tebliğ sunuyor... Yani biz daha anlaşılır bir teşhis ve daha somut bir tedavi yolu beklerdik. Ayrıca İslâm dünyasından önce bize hitap etmeliydi. Bir vatandaş olarak bu kaotik ortamda birlik ve beraberliğimizi sağlayabilmek için önce biz ne yapmalıyız? Dinimiz ne emrediyordu, biz ne yaptık ki tetiği çeken de Allahü ekber diyor, kurşuna hedef olan da... Başkan'ın mesajında maalesef biz bu soruların cevabını net olarak bulamadık.

Eğri oturup doğru konuşalım, Müslümanların bugünkü acıklı hale düşmelerinin temelinde fanatizm/taassup/fırkacılık yatmaktadır. Bunu söyleyemiyorsanız hiç konuşmayın daha iyi... "Bir din veya partiye aşırı derecede ve körü körüne bağlanma" demek olan taassup/fanatizm İslâm dünyasını bahusus ülkemizi kasıp kavurmaktadır.

Din ve parti taassubunu aşmadan içine düştüğümüz bu sıkıntılı süreçten sağ salim çıkmamız mümkün değildir. Birlik ve beraberliği sağlamak istiyorsak mesajda yer alan "Gelin birlik olalım" sözünün kaynağına inmemiz gerekir.

Hemen belirtelim ki "Gelin birlik olalım" ifadesi bize Yunus Emre'nin:

"Gelin tanış olalım işi kolay kılalım//Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz" beytini çağrıştırmaktadır. Doğrusu, mal da mülk de, makam da mevki de el kiridir, bugün var yarın yoktur. Asıl olan birbirimizi sayıp sevmek, zorlaştırmayıp kolaylaştırmaktır. Molla Kasım vârî sert ve acımasız bir İslâm taassubundan sıyrılarak Derviş Yunus gibi yumuşak ve hoşgörülü bir Müslümanlık yoluna girmedikçe, herkesin birbirine bağırıp çağırdığı, akşamları yöneticilerin gözümüze gözümüze parmak salladığı kin ve tefrika ortamından kurtulamayız.

Ben Diyanet İşleri Başkanı olsam bütün mesaimi -başta kendim olmak üzere- din görevlilerini siyasetten uzak tutmaya ayırırdım. Din görevlisi, bir partiye yakın durursa halk nazarında sadece o partinin görevlisi olur. Oysa camide her partiden cemaat var. Din görevlilerimiz "fırkacılık" belasından uzak durarak "hal ve kavil"leriyle örnek olurlarsa birliğe ilk adım atılmış olacaktır. Aynı şekilde Diyanet İşleri Başkanı da behemehal siyasetçilerin yanında görünmemelidir.

Demem o ki birlik ve dirliği öncelikle dînî hayatımızda yaşamalıyız/sağlamalıyız. Dinî hayatımızı vahdete kavuşturamazsak insanlar yaptıklarına bir şekilde dînî bir kılıf bulacaklardır. Unutmayalım ki sabah namazını eda etmek için camiye girerken kapı önünde Hz. Ali'yi bir kılıç darbesiyle şehit eden İbn Mülcem de: "Ey Ali, hüküm senin ve arkadaşlarının değil, Allah'ındır" diye bağırıyordu. Yani İbn Mülcem de Halife'yi din adına katletmişti. Bilmem anlatabiliyor muyum?..

Yazarın Diğer Yazıları