Millî Mücadele’ye muhalif dinci kişiler ve topluluklar

0d5fa2ec-940f-4b89-8604-5abbb0095889.jpg

Fırat Üniversitesi, İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rahmi Doğanay, “Kurtuluş’a Muhalefet / Millî Mücadele’nin Dinci Muhalifleri” adlı çalışmasında, Osmanlı Devleti’nin Mondros Mütarekesi’ni imzaladığı (30 Ekim 1918) tarihten, Büyük Taarruz Zaferi’nin kazanıldığı (30 Ağustos 1922) tarihine kadarki süreçte, İstanbul-Ankara arasında yaşanan, din olgusunun ağırlıklı olarak kullanıldığı, meşruiyet ve egemenlik (Ümmetçilik-Milliyetçilik) mücadelesi inceliyor.

Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na girmiş ve yenilmiştir. Bu yenilginin bedeli, devletin varlığı ve milletin istikbalinin kaybedilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu varlık-yokluk ikileminden var olmaya devam edecek bir çıkış yolu aranması ve gündeme gelen çıkış yolları bakımından farklı kesimler değişik siyasetleri benimsemişlerdir.

Öncelikle İttihat ve Terakki iktidarı ve topyekûn İttihatçılar, devleti savaşa sokarak mevcut sorunların yaşanmasına sebep oldukları için muhalifleri tarafından siyasette ve vicdanlarda mahkûm edilmişlerdir. Bu kesimlere göre İttihatçılar cezalandırılarak İtilaf devletlerinin hoşgörüsü kazanılmalı, İngiltere’nin himayesinde yapılabilecek makul bir barış anlaşması ile sınırlı ve zayıf da olsa devletin varlığı korunmalıydı. Kurtuluşun tek yolu bu siyasetti.

Bu yaklaşımın kurtuluşu sağlayamayacağına inananlar, Milletin kaderinin galiplerin merhametine bırakılamayacağını düşünenler ise kurtuluş için başkaca yollara yönelmişler, “Ya İstiklal Ya Ölüm” parolasıyla yola çıkmışlardı. Bu grup içinde hatırı sayılır İttihatçı da vardı. Ilımlı siyaset taraftarı mandacı, himayeci, saltanatçı ve hilafetçi kesimler, İstanbul yönetimi önderliğinde, “Ya İstiklal Ya Ölüm” yaklaşımının işgallere sebep olduğunu, kabul edilebilecek şartlarda bir anlaşmanın imzalanmasını engellediğini iddia etmekteydiler. Osmanlı son dönemlerinde gündeme gelen “devleti kurtarma” siyasetindeki Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük gibi siyasi akımlar ve farklı tercihler, Mütareke dönemine aktarılmıştı.

İkinci Meşrutiyet sonrasında devletin kaderine hükmetmiş olan İttihat ve Terakki çevrelerinin Türkçülük siyasetini benimsemeleri, Osmanlıcı ve İslamcı muhalifleri tarafından eleştirilmiştir. Kuvvacılar (İttihatçılar), Türkçülük yaparak imparatorluğun dağılmasına sebep olmakla suçlanmışlar, mevcut durumda devleti ve milleti kurtarma konusundaki faaliyetleri gerçekçi ve samimi bulunmamıştı. Millî Mücadele organizasyonu, İstanbul çevrelerinde Halife Sultan, İttihatçı düşmanlığıyla tanınmış hükümetler ve entelektüel yazar-çizer takımı tarafından “başıbozuk”, “isyancı”, “eşkıya” olarak nitelendirilmişti.

Mevcut badireden çıkmak için Halife Sultan önderliğinde İslam çatısı altında toplanılması tek çıkar yol olarak gösterilmiş, İttihatçılar ve İttihatçılık üzerinden millîlik ve Türkçülük eleştirilmiştir. Fetvalar ve bildirilerle “Bolşevik”, “eşkıya”, “günahkâr” olarak vasıflandırılmışlardı.

Ötüken Neşriyat

Tel: 0212 251 03 50

d5af818f-9789-4e7d-8d8c-aac283a1466e.jpg

Tekzip edilmeyen acı itiraf

Araştırmacı yazar Ali Kuzu yeni kitabı “Devlet Çöktü”de; anarşi, terör, faili meçhul, mafya, hayali ihracat ve rüşvet çarkıyla dans edenlerin hikâyesini anlatıyor:

Hippiler, Çiçek Çocuktan veya 68 Kuşağı olarak bildiğimiz ve dünyada hızla yayılan gençlik hareketleri, 1969 yılında ABD'nin 6. Filosunun İstanbul'u ziyaret etmesi ve bu ziyaretin solcu öğrenci grupları tarafından sertçe protesto edilmesiyle Türkiye'ye bulaşmıştır.

Emperyalizm karşıtı solcu öğrenciler tarafından Şubat ayının soğuğunda Amerikan askerlerinin önce dövülüp sonra buz gibi denize atılmasını uçak gemisinin güvertesinde izleyen Amerikan subaylarının, bozuk Türkçeleriyle kıyıdaki gençlere parmaklarım sallayarak; "Vahşi Türkler, bunun hesabını vereceksiniz. Amerika'nın gücünü sizlere göstereceğiz." diye bağırarak tehdit etmesi bir müddet sonra gerçeğe dönüşmeye başlayacaktı.

Bu gerçek 12 Eylül 1980 ihtilaline kadar sürecek anarşi ve talebe olaylarıydı. Artık Türkiye'yi karanlık günler bekliyordu. İlerleyen yıllarda ortaya çıkacak olan PKK terörü de bu tehdidin kaynağı olacaktı...

Öte yandan, devleti yönetenlerin vurdumduymazlıkları, tecrübeli kişilerin yerine tecrübesiz siyasi kadroların getirilmesi, ülke yönetiminde, kuralların yerini, kuralsızlığın almasına sebep olmuştur.

Nitekim çek-senet tahsilatı, uyuşturucu bağlantıları, işlenen cinayetler, suikastlarla birlikte her taşın altından bir mafya, her mafyanın içinden de birkaç devlet görevlisi çıkar hâle gelmiştir.

Devlet hâkimiyetini sağlamak ve hukuk devletini işletmekle görevli bir hükûmetin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller'in basında çıkan ve bugüne kadar tekzip edilmeyen "Devlet Çöktü" ifade ve itirafı ile adeta son nokta konulmuştur...

Viking Yayınları

Tel: 0212 534 56 54

Yazarın Diğer Yazıları