Ramazan, oruç ve gelenek...

Geçen haftaki yazımızda halkımızın ramazan orucu konusunda diğer dînî vecibelere göre daha hassas davrandığını söylemiştik. Gerçekten öyle... Söz gelimi "dinin direği" beş vakit namazı kılmayan nice insan vardır ki ramazan orucunu hiç aksatmaz. Bu durum, dînî bir mükellefiyetten ziyade gelenek icabı mı oruç tutuluyor sorusunu akla getirmektedir ki bizce meselenin tartışılmasında fayda vardır.

Bazıları hemen şöyle itiraz edeceklerdir: İnsanlar sonuçta dînî emirlerden birini yerine getiriyorlar. Beş vakit namaz kılmaması yahut zekâtını vermemesi onun ramazanda tuttuğu orucu farklı yorumlamamızı gerektirmez. Velev ki geleneğe uyarak oruç tutmuş olsun, oruç oruçtur, C. Allah'a olan borçlarından birini ödemiş sayılır.

Kanaatimizce dînî vecibelere ekenomik anlamda bir borç gözüyle bakılmamalıdır. İkisini verdim üçü kaldı mantığıyla ibadet etmenin doğru olmadığını düşünüyoruz. Din bir bütündür, emir ve yasakların tamamına -gücümüz nispetinde- riayet etmeye çalışmalıyız. Ayrıca, ibadetler eda edilirken vazoluş gayesi (hikmet-i teşrîiyye) behemehal gözetilmelidir. Tahsildara vergi ödercesine verilen bir zekât, kötülüklerden alıkoymayan bir namaz, sabır telkin etmeyen bir oruç vs. maksadına uygun düşmeyen ibadetlerdir ki şekilden öte bir anlam ifade etmez. Yenişehirli Avnî'nin dediği gibi ibadetler nefsi terbiye içindir. Allah'ın, kullarının ibadetü taatına ihtiyacı yoktur:

"Avniyâ, terbiyet-i nefsin içindir tâat//Yoksa Allâh'a ne tâat ne ibâdet lâzım." 

Yunus Emre'nin:

"Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil//Yetmiş iki millet dahı elin yüzin yumaz değil." beyti de bu bağlamda söylenmiştir.

Demem o ki nefsimizi terbiye etmeyen, bizi daha ahlâklı kılmayan, dolayısıyla toplumu daha dürüst ve daha sağlıklı yapmayan ibadetler gelenek icabı yerine getirilen şekilden ibaret birtakım mekanik davranışlardır ki -Allah bilir ya- Hak katında bir değeri yoktur.

Diğer taraftan ramazanı iftar çadırları, meddah gösterileri ve gölge oyunlarıyla eğlenceye dönüştürmek de doğru değildir. Gerçi bu tip sosyal etkinliklerin özellikle çocukların muhayyilesinde İslâmî bir vecdü heyecanın yer etmesine katkı sağlayacağı muhakkaktır. Ancak bizim gibi dînî vecibelerin arka planını araştırmayan gelenekçi toplumlarda bu heyecanların zamanla dînî esasların önüne geçme ihtimâli vardır. Tıpkı "semâ törenleri"nin Mevlanâ'nın fikriyatını gölgelemesi gibi...

Kısacası; din bir bütündür ve cemiyet içindir. Dînî vecibelerin sadece belli bir kısmını eda etmek, gerek fert gerekse toplum açısından yeterli faydayı sağlamaz ve bir müddet sonra da bu mekanik hareketler geleneğe dönüşür. Bu mevzuda en bariz örnek ramazan orucudur. Ramazanın, en kalabalık iftar çadırı kurma, beş yıldızlı otellerde iftar açma yarışına dönüşmesi yahut bir Hacıvat-Karagöz ayı haline gelmesi başka türlü nasıl izah edilebilir?..

***

Haftanın atasözü: Saman elinse samanlık senin.

Yazarın Diğer Yazıları