Tezkereden hoşlanmadım

Tezkerenizden hiç hoşlanmadım.. Ülkemin ne ile karşılaşacağını, nereye gideceğini, tam olarak anlamadım. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’ye gitmezden evvel “IŞİD’e karşı uluslararası koalisyona katılmayacaklarını” söylemesi ve ardından ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’in “Türkiye ön cephede yer alacak” açıklaması hiç hoşuma gitmedi.

“Uluslararası” denilen koalisyon, elbette emperyalizmin öteki adıdır. Başını ABD’nin çektiği bu güç, Orta Doğu’nun bu hale gelmesinde ta Birinci Dünya Savaşından itibaren belirleyici rol oynamaktadır. Orta Doğu’da sınırları belirleyen, devlet olacaklara vize veren, enerji kaynaklarının nasıl yönetileceğini kararlaştıran güçtür. Aynı zamanda Osmanlı devletine ömür biçen, topraklarını kırk parçaya ayıranlardır. Çok daha önemlisi Kerkük petrollerinin öneminin bilincinde olduklarından özellikle Türkiye’nin doğu sınırlarının belirlenmesinde güçlük çıkararak Lozan Anlaşmasında Kerkük’ün statüsünü (tabir yerindeyse) Türkiye’ye kaptırmayan güçtür.
Bunları Davutoğlu ve tezkereye el kaldıran herkes biliyor.
Şimdi, aynı tiyatronun baş aktörleri olarak yine aynı bölgede 1991’den itibaren sürdürdükleri istikrarsızlaştırmanın sonucunda karşılaştıkları durumu kurtarmak ve belirli bir amaca hizmet etmek için, Türkiye’yi kullanmak istiyorlar..
ABD Dışişleri Bakanı Kerry’in Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “koalisyonda biz yokuz” demesine rağmen, sanki bu söz hiç söylenmemiş gibi  “Türkiye cephede yer alacak” demesi ve sonrasında alışık olduğumuz üzere ülkesinde başka ABD’de başka konuşan Erdoğan’ın CFR çevreleriyle temaslarının ardından birden bire şahin kesilmesi tezkere konusunda iyi duygular beslememizi engelliyor.
Öte yandan Gazetemiz Ankara Temsilcisi Ahmet Takan’ın konuya ilişkin birkaç gündür yazdıkları birer veri olarak ele alındığında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın IŞİD’den çok Suriye Devlet başkanı ve mevcut Suriye rejimini merkeze alan bir tezkere metninde ısrar ederek bunun hükümet eliyle parlamentoya getirilmesi, tezkerenin milli mesele olmaktan çok Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişisel öfkesini Türk Silahlı kuvvetleri aracılığı ile bertaraf etmesi anlamı taşıyor gibi. 
Bunun da ötesinde değerli Yazar Ahmet Takan’ın satır aralarında vurguladığı ve kendisinin de resmi görev yaptığı sırada bizzat içinde bulunarak şahit olduğu gizli anlaşmalar meselesi var ki o da işin tuzu biberi. 2003 yılında Meclis’e gelen 1 Marttaki birinci tezkerenin geçmemesi karşısında dönemin AKP iktidarının parça parça ABD’nin isteklerine cevap vermesi ve pek çok anlaşmanın halktan saklandığını belirtmesi, şimdiki tezkerenin bizi nereye götüreceğinin tam olarak bilinmemesi de yeni tezkerenin ne kadar Türkiye’nin geleceğine, ne kadar milli ve tarihi rolleri ihtiva edeceğine dair kaygılarımızı artırıyor.
Koalisyon (emperyal düzenleyici güç), Türkiye’nin en temel sorunu olan PKK meselesini çözmek konusunda milli çıkarlarımızı hiç önemsemedi. Tam tersine ÇEKİÇ-GÜÇ, PKK’ya yardım ederek, zaman zaman da eğitim vererek, Kuzey Irak’ta bir Kürt Devlet oluşumunu sağladı. Durumu fark eden Türk Silahlı Kuvvetlerindeki milli direnişi kırmak için Ergenekon, balyoz gibi davalarla ve bilhassa hükümet aracılığı ile NATO’ya itiraz edecek sesleri kesti.
Bütün bu veriler, gelişen tarihsel olaylar, hükümetin Ortadoğu sicili, etrafımızda komşu bırakmaması, adım adım PKK’yı parlamentoya taşıyarak, Birinci Dünya Savaşı’ndan akim kaldığına inandığı Kürt devletinin önünü açacak politikalara yönelmesi yeni tezkerenin güvenirliğini düşürüyor. Bu tezkereyi milli ruha çok yatkın, geleneksel Türk dış politikasını akamete uğratmamış bir hükümet yürütecek olsaydı belki bakışım farklılaşabilirdi ama her hâl ve şartta koalisyon güçleri (emperyal güç odakları) işin içinde olunca “milliyetçi Türkiye” özlemim beni engelliyor.
NOT- Okuyucularımın bayramını kutlar, esenlikler dilerim.

Yazarın Diğer Yazıları