Tuzu kurular, düşünme zahmetine katlanmaz

Gazetelerin köşe yazarlarının pek çoğu arasında düşünen, kafa yoran, doğruyu arayan var mı pek emin değilim. Köşe yazılarına şöyle bir bakın. Öznesi mücerret fikir olan kaç yazı var? Yazılanlar genellikle ya siyaset ya da din… Din dediğim de siyasetin önünü açmak için dinden referans bulma çabaları… Gerçek dinden bahsedilse canımız kurban.

Voltaire: "İnsanlar, yiyecek ekmekleri ve yatacak yerleri olunca düşünmekten vazgeçerler" der. Yani bir eli yağda, bir eli balda olanlar düşünmezler. Bol maaş almak için "Ya ya ya! Şa şa şa! Padişahım çok yaşa!" demeniz yetiyorsa niye düşünme zahmetine katlanacaksınız ki?

Kim ne derse desin refahın olduğu yerde düşünce üretimi olmuyor. Kendi geçmişimizi ele alalım: Niye 13 ve 14. asırlarda Mevlânâ, Yunus Emre ve Âşık Paşa gibi büyük düşünürler çıktı da 15 ve 16. yüzyıllarda büyük mütefekkirler yetişmedi hiç düşündünüz mü? Çünkü 13 ve 14. asır Osmanlı devletinin kuruluş yıllarıdır. Bir tarafta Moğol istilası yüzünden Selçuklu devleti sarsıntı yaşıyor, diğer tarafta da Türk beyleri arasındaki rekabet yüzünden birtakım sıkıntılar yaşanıyordu. Bunun için aydınlarımız öyle veya böyle meselelerin çözümü için kafa yoruyorlar, fikir üretiyorlardı. 15. asırla birlikte yönetici, bürokrat ve münevverlerin belli bir hayat seviyesini yakalamış olmaları, diğer bir ifade ile rahatları yerinde olmaları yüzünden fikir üretme diye bir dertleri olmamıştır. Eli kalem tutanlar şiir yazıyorlar, padişahı övüyorlar, aşktan, şaraptan, dilberden, gülden, bülbülden bahsediyorlardı. 17. Yüzyıl şairi Nâbî bu durumu şöyle dile getirir:

"Baksan ekser suhan-ı şâir-i hâm//Zülf ü sünbül gül ü bülbül mey ü câm//Çıkamaz dâire-i dilberden//Geh bahâra dolaşır geh çemene//Erişir serv ü gül ü yâsemene."

Erbabınca malum olduğu üzere 16. asrın ikinci yarısından itibaren Osmanlı devlet teşkilatında bozulmalar başlamış, rüşvet alenileşmiş, memuriyetler açıktan alınır satılır olmuştu. Kısacası 200 yıllık huzur ve refahın yerini karışıklık ve buhranlar almaya başlamıştı. İşte 17. yüzyıldan sonra Koçi Bey, Kâtip Çelebi, Nâbî, Koca Ragıp Paşa gibi düşünen, fikir üreten münevverlerin yetişmiş olması, sosyal hayattaki bu sarsıntılara çare bulma çabalarının ürünüdür.  

17. yüzyıldan itibaren edebiyatta görülen mahallîleşme temayülü, sosyal hayatın yazıya yansımaya başlaması ve nihayet "gazete"nin hayatımıza girmesiyle düşünen, kafa yoran, fikir üreten simalar görülmeye başlar ki bunlardan ilk hatırlanması gereken Nâmık Kemâl''dir. Unutulmamalı ki Nâmık Kemâl''i "hürriyet şairi" yahut "vatan şairi" yapan onun "izzet ü ikbâl ile bâb-ı hükûmet"ten çekilmesidir. Emsali birçok şair ve gazeteci gibi o da "Ya ya ya! Şa şa şa! Padişahım çok yaşa!" deseydi şüphesiz yüksek mansıplara erişirdi. Lakin emin olun bugün Nâmık Kemâl diye birisi olmazdı.

 Nâmık Kemâl''in:

"Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini//Yoğimiş kurtaracak bahtı kara mâderini" beytinin iki kelimesini değiştirerek Mustafa Kemâl "Millet Meclisi" kürsüsünden:

"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini//Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini" diye haykırmış ve "İstiklâl Harbi"nde vatan şairinden nasıl ilham aldığını göstermiştir.

Sözü biraz uzattığımın farkındayım. Fakat dünü bilmeden bugünü anlamak ve anlatmak mümkün olmuyor. Yine tekrar ediyorum, bir eli yağda bir eli balda olanlar düşünme zahmetine katlanmazlar. Tıpkı bugünkü birçok köşe yazarı gibi… Esasen günün adamlarından yarınlara ses götürecek eser beklemek de abestir. Çünkü onların düşünce üretmek, yarınlara seslenmek gibi bir dertleri yoktur. Onlar padişaha kaside yazıp caize alma peşindedirler vesselâm…

 

ACZİMİN GİRYESİ:

 

DÜŞÜNME VE REFAH

Bir  eli  yağda, bir  eli  balda olanlar düşünmezler,

Her gün padişaha methiyeler düzerler, üşenmezler.

                                                       (Li-müellifihî)

Yazarın Diğer Yazıları